Biliyorsunuz tarımda ciddi sıkıntılar var. Sektörde verimliliği artıracak dönüşüm yapılamadı. Mevcut yapısıyla üretim baltalandı.
Gübresinden ilacına, mazotundan elektriğine, tohumundan fidesine tüm girdiler pahalanırken, önlem almak yerine çiftçiyi terbiye etmeye kalkıştık. Kendi çiftçimizden esirgediğimiz parayı ithalata yatırdık, başka ülke çiftçisini arkaladık.
Türkiye önemli bir tarım ürünü ihracatçısı iken, önemli bir tarım ürünü ithalatçısı haline geriledi. Biz de gıda maddelerini en pahalı tüketen ülkelerden biri olduk.
Dünya piyasalarındaki değişim ve ülkedeki parasal sorunlar nedeniyle de bazı ürünlerde sıkıntı başladı.
En son buğday ve yemlik arpada kriz baş gösterdi. Belki bilmiyorsunuzdur; Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO) bu iki ürüne yeni yılda yüklü bir zam yaptı, ancak tepkiler üzerine zam geri alındı. Olay, politik hay huy arasında kaynayıp gitti.
Özellikle buğday haberini okuyunca köyden anılar zihnimde canlandı; en çok da okuma yazması olmayan rahmetli annemin iktisadi kararları.
Nazım Hikmet’in Türk köylüsünü betimlediği şiiri, ‘‘O topraktan öğrenip/ Kitapsız bilendir’’ diye başlar. Annem bunun tipik bir örneğiydi.
Şöyle ki…
Çocukluğum Toroslarda bir dağ köyünde geçti. Öküzlerin çektiği karasaban veya katırların çektiği tekli pullukla tarla ekilir, ekinler orakla biçilip dövenle ezilir, rüzgârda savrularak saman ve buğday ayrılırdı.
Gelirimiz, anlattığım şekilde tarlalarımızdan kaldırdığımız buğday ve mısırdı. Babam, yeni buğday ve mısır yetişmeden eskisinin tükenmemesine dikkat ederdi. Yeni ve eski ürün mutlaka ambarda karşılaşır; eskisi çıkarılır, boşalan ambara yenisi dökülürdü.
Babamı 12 yaşında kaybettik. Benden küçük iki kardeşim vardı. Annem, ilk olarak buğdayda önlemi artırdı. Önce iki yıllık yiyeceğimizi ayırıp kalan buğday ve mısırı satmaya başladı.
Ben 1977’de üniversiteye gittim, okurken çalışmaya başladım. Kardeşlerim büyüdü, annem köyde tek başına kaldı.
Fakat ihtiyacı olmadığı halde ne çiftçiliği ne de yedek buğday stoklamayı bıraktı. Alzaymır olana kadar, mutlaka bir veya birkaç tarla ektirirdi. Tarladan aldığı ürünün bedelinden daha fazla para harcar ama her yıl mutlaka o ambara yeni buğday girerdi.
Yazları kendisini ziyarete gittiğimizde, kızım ambara vurur, doluluk işareti olan tok sesi duyunca, ‘‘Babanne buğday dolu’’ diye takılırdı.
Annem de ‘‘Kızım, para gider buğday kalır. Paran olmazsa buğdayı yersin, buğday olmazsa ne yapacaksın’’ derdi.
Toprağın öğrettiği bu büyük öngörü, yalın ve derin bilginin yanında, dünyanın kıskandığı ülkenin beyin takımındaki düşünce kısırlığa demeli!..