Toplu yaşamanın temeli örgütlenmedir. Örgütlenmenin amacı, artı güç (sinerji) yaratmaktır.
Örgütlü yaşamak, bireyleri uzmanlaşmaya götürür. Bu da üretimde verimliliği artırır. Artı gücün üstüne bir artı güç daha üretilmiş olur.
Böylece bireysel güçlerin toplamından daha yüksek güç-enerji ortaya çıkar, her şeyini kendi yapan bireylerin tek tek ürettiklerinin toplamından daha fazla üretim olur.
Ancak örgütlenmenin sinerji üretebilmesi, bunu da toplumsal refaha çevirebilmesi, örgütlenmenin niteliğine bağlıdır. Liderlik ve yönetim kadrolarının oluşumu, kadrolarda yer alanların niteliği, üretilenin paylaşımı, gibi etkenler bu açıdan çok önemlidir…
Sosyal bilimlerin saptamalarına göre…
İnsanlar ilk başta güvenlik endişesi ile bir arada yaşamaya başlamış, aynı mağaranın kovuklarında saklanmış. Bir bölümü mağarada çocukları korurken bir bölümü besin bulmaya (toplama, avlama) çıkmış. Zamanla toplayıcılık, avcılık döneminden gıdanın üretimine (tarım) geçilmiş. Zorunlu olarak mağaradan açık alana çıkılmış.
Bu değişime bağlı olarak bu iş bölümü (örgütlenme) de değişmiş gelişmiş. İnsanların bir kısmının diğerlerinin yaşama alanlarına, emeklerine çöktükleri, hatta kaderlerine karar verdikleri, bir kişinin tüm topluma hükmettiği uzun ve karanlık dönemlerin sonunda, bugünkü çağdaş hukuk temelinde örgütlü yaşam keşfedilmiş. Temel hak ve özgürlüklere dayalı ‘‘laik, demokratik hukuk devleti’’ dediğimiz örgütlenme.
Söz konusu örgütlenmenin en temel özelliği, toplu yaşamanın gerektirdiği kuralları öznel (sübjektif) anlayışlara bırakmayıp herkesi bağlayacak nesnel (objektif) toplumsal sözleşmelere dönüştürmüş olmasıdır. Bu sözleşmelere ‘‘anayasa, yasa, kararname, tüzük’’, bütününe de ‘‘hukuk’’ diyoruz.
İnsanlığın bugün örgütlenmede ulaştığı bu basamak, ‘‘hukuk devleti’’, bir üstü de ‘‘sosyal hukuk devleti’’dir.
Hukuk devletinde kurallar ve nasıl değiştirilecekleri bellidir. Kuralların hiyerarşisi vardır; en üstte tarafı olunan uluslararası hukuk kuralları (sözleşmeler), onun altında anayasalar, anayasaların altında yasalar yer alır. Kurallar karşısında herkes eşittir; uygulama kişiye, zümreye göre değiştirilmez.
Yurttaşlarına hukuk alanında eşitlik sağlayıp güvence sağlayan bir devlet, paylaşımda da eşitliği sağlamaya çalışır, ekonomik yönden zayıf olan yurttaşlarını kollarsa ‘‘sosyal hukuk devleti’’ olur. ‘‘Hukuk devleti’’ ya da ‘‘sosyal hukuk devleti’’ olunup olunmadığını anayasalarda yazılması değil, uygulamalar gösterir.
Anayasa ve yasalar herkese eşit uygulanmaz ya da eşit uygulanması sağlanamazsa, en ileri kurallar bile yazılsa ‘‘hukuk devleti’’nden söz edilemez.
Aynı şekilde…
Yurttaşlar arasındaki gelir ve servet eşitsizliği, yoksulluk ve açlık çemberinde yaşayanların sayısı azalacağına artar; yoksul kesimin temel gıda, temel sağlık hizmetleri ve daha iyi eğitime erişimi kolaylaşacağına zorlaşırsa ‘‘sosyal devlet’’ten de söz edilemez.
Mevcut Anayasamızda ‘‘Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir’’ diye yazılı.
Bu maddede temel insan hakları, demokrasi, laiklik, hukuk, sosyal adalet çok açık olarak vurgulanıyor. Eksik ne var? Bu vurgunun gereğini yapacak olan irade…
Bu da ülkenin yeni anayasadan önce, hukuktan, insan haklarından, sosyal adaletten yana bir iradeye ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Tabii ki ‘‘şahıs’’lara özel bir şey istenmiyorsa…