‘Antin kuntin’ adamlar!

‘Antin kuntin’ adamlar!

Yemek yemeyi ve yapmayı severim. Damağım da fena değildir. Fırsatını bulursam özgün yemekleri mutlaka tadarım, yapmayı denerim. Gezi ve yemek programlarında özgün yemekler yer alıyorsa izlemeye çalışırım.

TV 8’de bir yemek programı var; ‘‘Yemekteyiz…’’ Çok iyi başlamıştı, sonradan kalite kaybetti ama program sürüyor. Eskiden her bölümü seyretmeye çalışırdım. Sonradan seçerek seyretmeye başladım. İlgimi çeken yemek ve yarışmacı olursa ekran karşısına geçiyordum.

Virüs hapsi nedeniyle bu ara yine fazla takılıyorum. Kalitesizlik artarak sürüyor.

Yemek sofrasından çok sözlü kavga ortamı görüyorsunuz. Yarışmacı seçimine baktığınızda hem dünya mutfağından, hem ülkeden yöresel örnekler sunulacağını düşünüyorsunuz. Ancak karşınıza, genellikle yöresel ağızla söylenen veya söyletilen bilgisizlik ifadesi cümleler geliyor. Sanırım komik olduğu düşünülüyor. Ama bana hiç komik gelmiyor. Bilgisizlik örneklerinin cesur çıkışlarıyla bilgisizlik pekiştiriliyor.

Birincilik için puanlama düzenbazlıkları yapılarak-yaptırılarak, hilekarlığın normalleştirilmesini bir yana bırakıyorum.

Bazen bu cahil cesaretli çıkışlar o kadar artıyor ki, fazla yemek bilen bilgisinden utanıyor. Seyirci olarak da ‘‘bizim bir sofraya ve nimete saygımız vardı, ne oldu’’ demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Son izlediğim bölümde bunun sıradanlaşmış örneklerini bir kez daha gördüm. Bir yarışmacı karidesleri görünce yüzünü buruşturarak ‘‘Ayyy! Böcük, böcük!’’ demeye başladı. Bir başkası yine yerel ağızla, Türkiyelileşmiş bir Türkmen yarışmacının ülkesine özgü çorbasına (kayış çorbası), adından dolayı, ‘‘Bizim orada kemere kayış derler, bunlar antin kuntin şeyler’’ diyerek tüy dikti.

Tek çiçekle bahar gelmez. Haliyle tek programla virüs hapsi geçmez. İnternette geziniyoruz.  Benzer durumlar yine karşınızda. Korona karantinasına alınmış olan dede odasından çıkmış, görevlilere adeta kök söktürüyor.

Odasına dönmesi için yalvaranlara ‘‘Benim bir şeyim yok evime gideceğim. Buraya hapsettiniz, doktorunuz yok hemşireniz yok’’ diye bağırıyor. ‘’Çıkarsa başkasına da bulaştırmış olursun’’ diyorlar, ‘’Bulaşırsa bulaşsın’’ karşılığını veriyor.

Bir başka yerde karantinadan kaçmak isteyenler, kendilerini engelleyen polislere tükürüyor, ‘‘Biz hastaysak siz de hasta olun’’ diyerek…

Bir yakınım maske takıp dışarı çıkmış, kaldırımda yanından geçen biri numaradan ‘‘Hapşu!’’ çekmez mi. Güya dalga geçiyor. Çarkına edince de ‘‘Benim ‘hapşurma’ özgürlüğüm yok mu’’ diyor.

‘‘Yarab neydi günahım’’ derken, belediyemizden (Antalya Muratpaşa Belediyesi) umut veren haberler geliyor, ‘‘Sterilizasyon tüneli yaptık, şu kadar mahalleyi ilaçladık, maskemizi ürettik’’ türünden…

Bu arada aktröllerin Ekrem İmamoğlu’na kumpas yazışmaları düşüyor ekrana. Baş aktröl yazıyor: ‘‘Akşam Ekrem’i gündem yapacağız. Ne yazacağımızı birazdan atacağım size. Hastane yolunu ibb (İstanbul Büyükşehir Belediyesi) yapmamış gibi algı yaratacağız…’’

Bilgi, yalan dolan ve cehalet cehaletle çekişiyor.

Bilgisizlik her alana, her kademeye sıçramış, ayrık otu hızıyla yayılıyor. Yalan dolan gübresi olmuş…

Bilgi singin, utangaç; didiniyor… Fakat yalan dolan, antin kuntin ve ayrıklarla işi zor…

Belediyeleriniz şeffaf, günleriniz aydınlık ve virüssüz olsun!