İnsanoğlunun sabah uyanınca ilk yaptığı işlerden biri, kuşkusuz elini yüzünü yıkamak. Aynanın karşısında havlu ile kurulanırken, yüz, alından aşağıya doğru yavaşça açılır. Kendimizle gözgöze geliriz. Bakışırız şöyle bir.
Sonra hafifçe aynaya doğru eğiliriz, gözlerimiz birbirine daha da yakınlaşır. Gerçek ve yansıması, gözbebeklerimizle kilitlenir birbirine. Sessizce “Merhaba“ derler.
Bakmak, görmeye dönüşüverir.
İşte bu an son derece önemli insan için. Kaçımız, aynada kendimizden gözlerimizi kaçırmadan bakabiliyoruz kendimize? Kim olduğumuzun, ne olduğumuzun, nasıl olduğumuzun gerçekliğinden kaçmadan ordaki “Ben”i seviyor muyuz? Ondan hoşnut muyuz?
*
Birçok insan tanıdım, aynaya bakmayı sevmeyen. Fotoğraf çektirmek de istemezlerdi, çirkin çıktıklarını düşünerek. Sonra, sevmediklerinin aslında kendileri olduğunu anladım. Aynada görmek istemedikleri kendileriyle yüzleşmekti. Gerçekte kimdiler? Bilmek istemiyorlardı.
*
Kendimizin yarattığı sahte dünyalarda yaşamak kolay geliyor bize. Acı veya tatlı, olmakta olanı, yani gerçeği kendi algılarımızla değiştirip ona inanmayı tercih ediyoruz. O yüzden kendimizden kaçıyoruz, ruhumuz bize yetişmek için arkamızdan koşup duruyor.
*
İnsan sosyal bir varlık, toplumla varlığını doğrulatabiliyor. Ama, ağaç olmadan orman olmayacağı gibi, birey olunmadan da toplum olamıyor.
*
Aynaya derin derin bakmaktan korkmayalım. Güzelliğimize, yüzümüzdeki kırışıklıklara, harika dudaklarımıza, çil çil lekelerimize…değil sadece. Gözbebeklerimize, onların ta içlerine, derinlere…kalbimizi görene kadar, “Ben”i bulana kadar“Ben”e…