Çatalca’nın serin rüzgarları altında, eski Polonez fabrikasının önünde dizilmiş işçiler, sessizce bir araya gelmişti. İçlerinde umut taşıyan kadınlar ve erkekler, iki aydır süren direnişin yorgunluğunu üzerlerinde hissediyorlardı, ama vazgeçmek yoktu. Kadriye, fabrikanın eski emekçilerinden biriydi neredeyse çeyrek asırdır çalışıyordu. Çalışırken elleri kadar düşünceleri de nasır tutmuştu, ama bir şey değişiyordu. Artık sadece çalışmak yetmiyordu. Sesini duyurmak istiyordu, hak ettiği saygıyı kazanmak.
*
Patron, bir sabah ansızın kararını duyurdu: “Sendika isteyen herkes işten atılacak!” Birkaç kişi yılgınlıkla fabrikayı terk etti. Ama Kadriye ve diğer işçiler buna boyun eğmedi. Anayasa onlara sendikalaşma hakkını tanıyordu. Bu hak, onlara direnmek için güç verdi. Polis çağrıldı, ama işçiler geri çekilmedi. Kadriye’nin kızı Esra olayları duymuş, annesinin peşinden fabrikaya gelmiş, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Fabrikanın önünde direnişin sesi büyürken, İşçilerin kısa sürede dağılacağını uman patron yanılmıştı. İşçilerin mücadelesi kulaktan kulağa yayıldı; her geçen gün yanlarına bir yenisi katıldı. İşçilerin üye olmak istedikleri sendika kararlıca yanlarında duruyordu.
Ancak bu direnişi yalnızca patronla değil sermaye yanlısı bütün çevrelerin huzurunu kaçırmaya yetmişti. Güvenlik güçlerinin taraflı ver sert tutumu her şeyi daha da zorlaştırıyor, patrondan yana taraf oldukları ayan beyan açığa çıkmıştı. Halbuki Kadriye’nin hak ve adaletten yana olduğuna ve kendilerini koruyacağına inandığı güvenlik güçlerinin tutumu karşısında şok yaşıyordu. Çünkü ne zaman başı derde girse, haksızlığa uğradığında önce polise gidileceği inancıyla büyümüştü.
Bir sabah seslerini herkese duyurmak, uğradıkları haksızlığı anlatmak için direnişi Çatalca Atatürk Meydanı’na taşıdılar. Halktan gördükleri destek ve ilgi başta Polonez patronu ve çevresi ve onun safından duran herkesi rahatsız etmiş olmalı ki polis şiddeti ve tehditleriyle yüzleştiler. Çatalca Müftülüğünden bir din görevlisini bile karşılarında buldular. Sert ve kibirli bir sesle, “Hak böyle aranmaz. Sessiz olun, işinize bakın,” dedi. Kalabalıktan bir uğultu yükseldi, ama Kadriye o anda anladı ki direnişleri sadece haklarını kazanma
*
Günler geçtikçe, direnişin sesi tüm ülkeye yayıldı. Sadece işçiler değil, işsiz kalan gençler, küçük çiftçiler, emekliler de bu sesin bir parçası olmaya başladı. Yıllardır süregelen sessizlik kırılıyor, herkes hakları için meydanlara çıkıyordu. Fakat devletin baskısı giderek daha da sertleşti. Polisler, işçilerin üzerine yürüdü, ama Kadriye ve Esra oradaydılar; ellerinde taşıdıkları pankartlar kadar diktiler.
*
Bir gün Kadriye'nin gözleri, oy verdiği partinin başkanıyla buluştu: Çatalca’nın belediye başkanı. Yüzünde samimi bir gülümsemeyle yaklaştı, “Sizi destekliyorum ama direnişinizi meydandan kaldırın, sessizce fabrikanın önünde yapın,” dedi. Kadriye’nin içinden bir şeyler koptu o an. "Bu meydan bizim, biz buradayız çünkü herkes haksızlığı görmeli," diye düşündü. Mücadele meydanlarda yapılmalıydı, çünkü gizlenmek, susturulmak anlamına geliyordu.
*
O gün anladı Kadriye: Bu sadece kendi hikayesi değildi. Bu, susturulmaya çalışan herkesin hikayesiydi. Esra’nın genç yüzünde bile bir kararlılık vardı artık. Gelecek onların ellerinde şekillenecekti. Ama devlet adına davranan herkes seslerin kısıldığı bir gerekçe sunuyor ve bu yaşa kadar inandığı bir çok değerler yıkılıyor yerine gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyordu. Zor zamanların gerçekleri! Bu duruma kendisinde inanamadığı bir öfke gelip yerleşiyordu kalbine. Daha bilenip haklar alınana kadar mücadele devam edecekti. Polonez işçileri sadece kendileri için değil, herkes için direniyorlardı. Fabrika önünde başlayan bu küçük kıvılcım, ülkenin dört bir yanını aydınlatacak bir
*
Kadriye başını gökyüzüne kaldırdı, derin bir nefes aldı. Ne olursa olsun, yolun sonuna kadar gideceklerdi.
Günler geçtikçe, direnişin havası değişmeye başladı. Çatalca’nın gri bulutları altında işçiler kararlı bir şekilde fabrika önünde durmaya devam ediyorlardı. Kadriye her sabah erkenden kalkıyor, kızı Esra ile fabrikaya yürüyordu. Eyleme katılanlar arasında dayanışma güçleniyordu. Çay ocakları kurulmuş, sıcak yemeklerle destek sağlanıyordu. Başta İstanbul olmak üzere hak ve adaletten, işçi ve emekçiden yana olan kardeş sendikalar, siyasetçiler, gazeteciler, halktan binlerde insan gruplar halinde direnişe omuz veriyordu. Fabrika önündeki kalabalık her geçen gün artıyor, direniş nerdeyse bir halk hareketine dönüşüyordu.
*
Bir sabah, fabrika önünde toplanan kalabalık daha da büyümüştü. Kadriye'nin gözleri, daha önce hiç görmediği genç yüzlerle dolu meydanı taradı. Üniversite öğrencileri, öğretmenler, farklı iş kollarından işçiler... Hepsi buradaydı. “Hepimiz Polonez işçisiyiz!” sloganları yükseliyordu. Kadriye, bu dayanışmanın gücünü hissediyordu. İşçilerin direnişi artık sadece yerel bir mesele değildi; ülkenin dört bir yanına yayılmış bir hak ve adalet sembolü haline geliyordu.
*
Ama gözler bu hareketin üzerinde ağır bir gölge gibi duruyordu. Bir akşam, polislerin sayısı çoğaldı. Sirenler çaldı, barikatlar kuruldu. Kadriye, Esra’yı kolundan tutarak ona cesaret vermeye çalıştı. “Korkma kızım, bu bizim hakkımız, kimse bizi susturamaz,” dedi. Polisler işçilerin üzerine yürüdü, kalkanlar havada çarpıştı, itiş kakış arasında Kadriye bir an yere düştü. Ama hemen ardından bir el uzandı, onu kaldırdı. Yanındaki Esra, gözlerinde kararlılıkla, annesini ayağa dikmişti. “Biz birlikteyiz, anne,” dedi Esra, sesi titremese de içindeki korkuyu bastırmaya çalışarak.
*
Gece, sokak lambalarının loş ışığında direnişin kalabalığı, Polonez fabrikasının önünde dikiliyordu. Kalabalık azalmıyor, giderek büyüyordu. Ama direnişçiler kadar, baskı da artıyordu. Ertesi sabah, fabrika önünde bir gazeteci Kadriye’ye yaklaştı. Mikrofonu uzatarak sordu: “Neden hala buradasınız? Bu direnişten ne umuyorsunuz?” Kadriye, gözlerinde yorgunluk ama sesinde kararlılıkla cevap verdi: “Biz burada sadece işimizi değil, onurumuzu savunuyoruz. Bu mücadele, sadece Polonez işçilerinin değil, haksızlığa uğrayan herkesin mücadelesidir.”
*
Kadriye’nin sözleri, çevrede toplananların ruhuna işliyordu. Herkes birbirine daha sıkı sarılıyor, her geçen gün direnişin büyüklüğü daha fazla hissediliyordu. Ancak sermaye sahipleri, bu büyüyen dalgadan korkuyorlardı. Güvenlik güçleri, işçileri meydandan “süpürmek” için daha sert yöntemlere başvurdu
*
O günden sonra direniş daha da büyüdü. Kadriye, Esra ve diğer işçiler, tüm baskılara rağmen geri adım atmıyordu. Meydan onların olmuştu. Kadriye, geceleri yıldızların altında sessizce oturup düşünürken, “Bu sadece bir fabrika değil,” diye mırıldandı kendi kendine, “Bu, hepimizin haykırışı, hakkımız olandan vazgeçersek sadece biz değil herkes kaybeder.”
Ve o haykırış, artık sadece Çatalca’da değil, tüm ülkede duyuluyordu. 03.10.2024
Hasan Baki ÇİFÇİ'nin bu kurgusal öyküsü iki aydan fazladır direnişte olan Çatalca Polonez işçilerine adanmıştır.