Dün akşam geç saatlerde bir haber anonsu düştü haber sitelerine... “Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) 2022 YKS’den itibaren ön lisans ve lisans programlarını tercihte 150 ve 180 olan TYT ve AYT baraj panları uygulamasının kaldırıldığını bildirdi” diye. Henüz ayrıntıları yoktu o saatte. Bu sene sınava girecek olan oğlumun morali bozuldu, “O zaman ben niye çalışıyorum ki?” diye söylenmeye başladı. Ki haklı çocuk. O, lise giriş sınavlarına hazırlanırken de ülkenin başındaki kişi, “Sınavlar kaldırılsın” diye ferman vermişti. Ülkedeki fiziksel durum sınavların tamamen kaldırılmasına el vermediğinden de acayip bir sistem ortaya çıktı. Oğlum girdiğinde, sınavda görevli öğretmenler bile neyin ne olduğunu bilmiyordu, öyle söyleyeyim. Morali bozuk girdiği sınavda, beklediği sonucu da alamadı doğal olarak. Sistemin sonraki aşaması daha da garipti. Onlara girmeyeyim.
*
Bu haberi okuduğumda iki şey aklıma geldi. Bir “Dere geçerken at değiştirilmez” atasözü. İkincisi de kendi eğitim hayatım...
*
Ben orta okula 1981 yılında başladım. (Alıcınızın ayarıyla oynamayın, 1981. Yani 20. yüzyılda:) 80 darbesinden bir sene sonra. Ailemde hala korku vardı. Dolayısıyla evimize yüz metre ötede, yeni açılmış bir orta okula kayıt oldum. Okulun binası, sıkı yönetimde görev yapan askerlerin barınma yeriydi. Arkamızda ise Kazım Karabekir’in köşkü bulunuyordu. Bahçemiz güzeldi o yüzden. Okul o kadar yeniydi ki, yabancı dil olarak sadece Almanca vardı. Benim de yabancı dilim mecburen Almanca oldu. Oysa diğer okullarda öğrenciler kura çekerek belirliyordu yabancı dilini. Ben de pollyannacılık oynadım kendimce, “Farz et ki kuradan Almanca çıktı” dedim. Almanca dersim hep iyi oldu. Bir iki öğretmenin dışında öğretmenler de iyiydi. Kısacası, orta okulla ilgili kaderimi “darbe” belirlemiş oldu.
*
Orta okul bittiğinde, ailemdeki “korku” hala sürüyordu. “Yine üniversitede olaylar olursa, göndermeyiz seni. O yüzden bari bir mesleğin olsun” dediler, ticaret lisesine kayıt yaptırdılar. Dersler zevkli gelmişti. Özellikle de muhasebe. Bulmaca gibi geliyordu bana. Normal matematiğin yanı sıra ticaret matematiği, daktilo, ticaret hukuku gibi derslerimiz vardı. Ama az da olsa, fen bilgisi dersi de görüyorduk. Benim şansıma ikinci sınıfta bölümlere ayrılırken fen bölümü de vardı. O bölümü seçtim. Fizik, kimya olarak ayrı dersler görmedim de, onların karışımı olan bir fen bilgisi dersimiz vardı. Son sene de biyoloji. Çok sevdim o dersleri de. Abartmıyorum, bizim fen bölümünde olup üniversite sınavına giren herkes, istediği bölümü kazandı. Ve biz, fen bölümü olarak o okulun son mezunları olduk. Çünkü sonra, ya talep azlığından ya da başka nedenlerle, kapatıldı!
*
Üniversitede, ilk beş tercihimden biri olan İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu (BYYO) kazandım. O zaman adı iletişim fakültesi olmamıştı daha. Adı yüksek okul olduğu için, dört yıllık olmasına, puanı da düşük olmamasına rağmen çok küçümsendi. Hatta kendi çocukları sınava girerken “Aaa, basın yayın garanti canımmmm” diyenler duydu bu kulaklar.
*
Ve yine ben diplomamı BYYO mezunu olarak aldıktan sonra, okulun adını değiştirmeye karar verdiler. O artık iletişim fakültesiydi. Adı daha havalıydı. Herkes onu kazanmak için uğraşıyordu. İki yıl önce, ikinci üniversiteye kayıt olmak için gittiğimde, oradaki görevliler diplomama garip gözlerle baktılar. Belki artık öyle bir okul adı olmadığındandı. Ya da diplomam onların yaşından bile büyüktü, bilemiyorum.
*
Her neyse, diyeceğim o ki, benim şansım mı diyeyim, şanssızlığım mı, oğlumda da devam ediyor gibi geliyor. Bir de yine bana öyle geliyor ki, “birisinin” torunu, oğlumla aynı yaşta. Ve tam sınav zamanı, o “diplomalı” olabilsin diye sistemle oyuncak gibi oynayıp duruyor!