Covid 19’dan kurtuluş yolunda, evlere “kapatıldığımızın” 9. gününden merhaba sevgili “Dünlük”… Geçen hafta kitap okuyarak değerlendirdim vaktimi. Amin Maalouf’un “Empedokles’in Dostları” kitabını okudum. 210 sayfalık bir roman. Bir distopya…
Dünya, çılgın ve kötü kalpli insanlar yüzünden nükleer bir felaketin eşiğinde. Atlas Okyanusu’nun kıyısındaki küçük Antioche adasında inzivaya çekilen Alec, çizimleriyle bu adada mutlu. Adanın ikinci sakini de çok başarılı ilk romanından sonra aynı başarıyı yakalayamadığı için kendini insanlardan soyutlayan Eve…
Günün birinde tüm iletişim aniden kesiliveriyor. Bu da fısıltı gazetesini çalıştırmaya başlıyor: Dünya nükleer bir terör saldırısına uğramıştır. Belki de sağ kalan tek tük insanlar onlardır.
Tüm bu dedikodular esnasında iletişim kısa bir süreliğine geri gelir. Kendisine “Empedokles’in Dostları” diyen bir grup insan, dünyayı, insanlığı kurtarmaya geldiğini iddia eder. İleri teknolojileri sayesinde hastalıkları iyileştirmekte, hatta ölüleri canlandırabilmektedir. Ancak bir grup siyasetçi, arkasına topladığı yandaşlarıyla birlikte bu “dostlar”a saldırı düzenler. Gerekçesi ise insanların ömrünü uzatan bu kişilerin yeni “Tanrı” olma ihtimalidir…
Kitabı okurken düşündüm. Şu anda uzaydan ya da bilmediğimiz bir uygarlıktan, belki bir paralel evrenden, hastalıklarımızdan kurtaracak teknolojiye sahip birileri gelse, tıpkı kitaptaki gibi ikiye bölünür insanlar. Bir kısmı onları “Tanrı” olarak görürken diğerleri “Şeytan” olarak görecektir.
Kitaptaki grubun adı “Empedokles’in Dostları”ydı. Empedokles, Sokrates öncesi düşünürlerden.
Doğa düşünürü olan Empedokles, kendisinden önceki doğa düşünürlerinin temel öge olarak belirlediği su, ateş ve havaya toprak ögesini eklemiş. Ona göre bu dört öge birleşip ayrılarak dünyayı meydana getiriyordu. Sevgi ve nefret de maddeyi meydana getiren temel ögelerdendi. Sevgi ögeleri birleştirirken nefret bunları ayırıyordu. Bir söylentiye göre Empedokles Etna Yanardağı’na atlayarak hayatına son vermiş. Kim bilir belki, nefretin sevgiden fazla olduğunu görmüş ve nefretin dünyayı yok edeceğini hissetmiştir.
Haberleri izlerken, acıtılan her canda, bu küçük bir kedi de olabilir büyük bir fil de, insan da, nefreti gördüğümde çoğu zaman ben de karamsarlığa kapılıyorum. Kendi ceplerini dolduracaklar diye doğayı katledenleri gördükçe de öyle… Vatandaşları açlıktan intihar ediyorken “huzur” payı adı altında hak etmedikleri maaşları alanları gördükçe de… Bana bütün bunlar da “nefret”in bir parçası gibi geliyor. Sevginin olmadıkları kesin…
Ama sonra minicik bir haber görüyorum. Hasta bir çocuk için kampanya başlatan iyi yürekleri… Çocukların eğitimi için kimi para kimi kitap bağışlayan büyük yürekleri… İnsanların borçlarını ödeyen isimsiz kahramanları… İğne ucu kadar da olsa bir umut ışığı görüyorum kalbimle… Doğan Cüceloğlu’nun “Madem insan doğdum, olabileceğim en iyi insan olmalıyım” sözü geliyor aklıma… İyi olmayı seçiyorum. En azından bile bile kötü olmamayı…
Seçimlerinizi hep “iyi”den yana yapmanız dileğiyle…