İstanbul Sözleşmesi yaşatır ama!..

Anlaşma, insanın gelişmesindeki en önemli keşiflerinden biridir.

İnsan, anlaşma yapabilmesi sayesinde diğer canlılardan ayrışarak daha hızlı değişip gelişmiştir. İlk anlaşması da büyük olasılıkla birbirini öldürmemek, kendi türünün etini yememektir.

Ne var ki değişme/gelişmenin her aşamasında yeni sorunlar ortaya çıkmış, insan başka hiçbir canlı türünün yapmadığı-yapamayacağı zulüm ve kıyımlarla türüne zarar vermiştir. Yeni ortaya çıkan her sorunu yeni anlaşmalarla aşan insan türü, gelişmeye-değişmeye devam etmiş ve etmektedir.

Bu yüzden, insan hayatını toplu olarak iyi yönde etkileyen, insanı yücelten her anlaşma, uygarlaşma yolunda bir adım, bir aşamadır.

İstanbul Sözleşmesi de böyle bir adımdır.

İnsan türü arasında cinsiyet ve cinsel yönelim farklılığına dayalı, bir kesimi aşağılayıp ikinci sınıf konumuna iten amansız bir zulüm ve sömürü vardır.

Sözleşmede deniliyor ki…

Kadınlar sırf cinsiyet farklılığı nedeniyle ayrımcılığa uğruyor…

Kadına bazı toplumsal roller biçilerek, olması gerekenden daha fazla sorumluluk ve iş yükleniyor. Kendini geliştirmesi, erkeklerle aynı koşullarda yaşaması, çalışması, yarışması engelleniyor…

Kadınlar kendilerine biçilen toplumsal rolün gereğini yerine getirmediği gerekçesiyle şiddet görüyor; aşağılanıyor, dövülüyor, öldürülüyor…

Kadınlar herhangi bir alandaki yarışa, cinsiyetçi yaklaşımla biçilen roller yüzünden erkeklerden bir adım geriden başlıyor. Bir erkekle aynı işi yapan kadın daha az kazanıyor…

Benzer ayrımcılıkların cinsel yönelim farklılığında da yapıldığı belirtiliyor…

‘‘Devletler bu ayrımcılığı ve yol açtığı sorunları ortadan kaldıracak düzenlemeyi yapmalı, önlemleri almalı’’ deniliyor…

İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ülkeler, bu ayrımcılığı, zulmü ve sömürüyü engelleyip ortadan kaldırmak için önlem almaya, ortadan kaldırmaya söz vermiş oluyor.

Evrensel hukukun ulaştığı aşamada, bir yönelimin-eylemin yasaklanması, suç sayılması için ikinci ve üçüncü kişilere dolaylı veya dolaysız zararı olup olmadığına bakılır. Buna hayvanlar ile canlı ve cansız çevre de dahildir.

Bu yüzden cinsel yönelim farklılığı suç veya ayrım gerekçesi olamaz!

Olay ve durum bu iken…

Ağzının ayarı kaçmış, beyni düşünce diye çirkef saçan adamlar konuşuyor…

İstanbul Sözleşmesi cinayetleri önlememiş, eşlerin birbirlerine karşı sorumluluklarını daha da gergin ortamda sürdürmelerine zemin hazırlayıp kadına yönelik cinayetleri ve şiddeti artırmış. ‘‘Toplumsal yapımızı dinamitliyor, toplum yapımızla dini inançlarımızla örf ve âdetlerimizle’’ taban tabana zıt uygulamalar içeriyormuş.

Şiddeti, cinayetleri önleyecek, ayrımcılığı ortadan kaldıracak olan İstanbul Sözleşmesi değil, onun gereklerini yerine getirmek, sözleşme kapsamında söz verdiklerinizi yapmaktır.

Söz verip gereğini yapmadığınız için olumsuzluklar sürüyorsa, bu İstanbul Sözleşmesi’nin başarısız olduğunu değil, sizin güvenilmez, iki yüzlü olduğunuzu gösterir.

Bir toplumda her gün bir veya birkaç kadın öldürülüyor, tam olarak bilinmeyen sayıda kadın taciz, tecavüz ve şiddete uğruyorsa…

Çocuklarına emanet edildikleri kurumlarda tecavüz ediliyor ve korumakla görevli en yetkili kişi ‘‘bir kereden bir şey olmaz’’ manasında laf edebiliyor; tecavüzcüler adeta kollanır gibi bir yargılanma süreciyle kurtuluyorsa…

Cinsiyet ve cinsel yönelim farklılığı, fıtrata (yaradılış-oluş) eşitsizlik olarak ilan ediliyorsa…

Toplumsal yapınız dinamit harcamaya gerek olmayan bir çöküntü veya eşiğinde demektir.   

Bu değerlendirme ışığında da diyorum ki…

İstanbul Sözleşmesi’ni reddetmek, uygarlaşmayı reddetmektir.

Nokta…