Dinlediğimiz şarkılar, türküler bizim iç dünyamızın yansımalarıdır. Bazen hüzünledirir, bazen coşturur, bazen düşündürür. Bugün dinlediğimiz şarkıların ve türkülerin çözümlemesini yapmaya çalışacağım.
1976’lı yıllarda Batı’dan alınan müziklere Türkçe sözler bindirilerek yapılan şarkılara aranjman denilirdi. O dönemlerde Kerem Yılmazer’in dillerimize takılan bir şarkısı vardı.
*
Hayat boş, hayat boş
Vakit varken eğlen coş
Hayat boş, hayat boş
Bunu böyle bil, bunu böyle bil
*
Bizde ergenlik zamanlarımızda bu şarkıyı söyler ve özellikle bu nakaratı tekrar ederdik. Tabii ki o geçlik çağlarımızda hayatı ne sorgulayacak yaştaydık ne bilgi birikimimiz vardı.
İnsanı insan yapan nedir?
Hayat nedir?
Ölüm nedir?
Kader nedir?
Bu soruları sormak ile insan bir yolculuğa girmeye başlar. Bu soruları hasır altı etmekle hayatı anlamsız ve boş görüp bunun yansıması olarak ilgimizi ve dikkatimizi eğlence ve zevk-i sefa arayışına yönlendiririz.
Bunun sonucunda Oğuz Yılmaz’ın söylediği türkü başlıyor.
*
Cebinde akrep var eli gitmiyor
Leyla döktürüyor dönüp bakmıyor
Kadehleri birbirine çakmıyor usta
*
Bas bas paraları Leyla’ya
Bi daha mı gelicez dünyaya
*
Hayatını yaşa şükret mevlaya
Hiç götüren var mı öbür dünyaya
Haydi kollarını kaldır havaya usta
*
Bas bas parları Leyla’ya
Bi daha mı gelicez dünyaya
*
Hayattan keyif, eğlence ve zevk-i sefa arayışıyla değil, ancak hayatımıza, yaşadığımız topluma ve dünyaya yönelik olarak yapılan anlamlı işlerin yan ürünü olarak ortaya çıkar. Bundan dolayı eğlence ve zevk-i sefa arayışımız büyük olasılıkla hüsranla bitmeye mahkumdur.
1975’li yıllarda dilimize başka bir şarkı yerleşmişti. Güzin ile Baha’nın söylediği Ateş Böceği şarkısı.
*
Aşk bahçemi süsleyen inci çiçeğim misin?
Aşk bahçemi süsleyen inci çiçeğim misin?
Gecemi aydınlatan, ateş böceğim misin?
Gecemi aydınlatan, ateş böceğim misin?
*
Gençlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan
Gençlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan
Kovaladıkça kaçan, ateş böceğim misin?
Kovaladıkça kaçan, ateş böceğim misin?
*
Eğlence ve zevk-i sefa da kovaladıkça kaçan ateş böceği gibidir. Ne kadar çok peşinden koşarsak yakalayamayacağımız bir sis perdesi gibidir. İnsan bal yese baldan bıkar atasözü bunu en iyi biçimde anlatır.
Bu durumlarda gerek anlamsız bir hayat sürdürme, gerekse zevk-i sefadan keyif alamama katlanılmaz bir durum yaratır. İnsanın arayacak birşeyinin olmaması acı verici bir durumdur. Bunlara hayatın, kaderin getirdiklerini de eklenince hayatın yükü kaldırılamaz hale gelir. Bu gibi durumlarda Mümin Sarıkaya’nın 2016 yılında söylemeye başladığı ‘Ben Yoruldum Hayat, gelme üstüme’ şarkısı söylenilmeye başlar.
*
Ben yoruldum hayat, gelme üstüme
Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne
Gözümden gönlümden düşen düşene
Bu öksüz başıma gözdağı verme
Gözümden gönlümden düşen düşene
Bu öksüz başıma gözdağı verme
*
Ben yanıldım hayat, vurma yüzüme
Yol verdim sevdanın en delisine
O yüzden ömrümden giden gidene
Şu yalnız başımı eğdirme benim
O yüzden ömrümden giden gidene
Şu yalnız başımı eğdirme benim
*
Ben pişmanım hayat, sorguya çekme
Dilersen infaz et, kar etmez dilime
Sözlerim ağırdır dokunur kalbe
Şu suskun ağzımı açtırma benim
Sözlerim ağırdır dokunur kalbe
Şu suskun ağzımı açtırma benim
*
Acılara katlanabilme becerimiz içimizdeki anlamı gerçekleştirme direncimize bağlı olduğunun farkına vardığımızda eksik halkaları birleştirebilme yetimiz gelişir. Böyle durumlarda Aşık Veysel’in ‘Anlatmam Derdimi Dertsiz İnsana’ deyişi gelir ve bu deyiş yüzlerce yıllık birikimin içinden gelen ve bugün bile yolumuza ışık tutan ve acıları bal eyleme bilgeliğini bize anlatır.
*
Anlatmam derdimi dertsiz insana
Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Heç bir zaman gül dikensiz olamaz
*
Gülü yetiştirir dikenli çalı
Arı her çiçekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemalı
Sabretmeyen maksudunu bulamaz
*
Ah çeker aşıklar ağlar zarınan
Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan
Çağlar deli gönül ırmaklarınan
Ağlar ağlar göz yaşlarını silemez
*
Veysel günler geçti yaş altmış oldu
Döküldü yaprağım güllerim soldu
Gemi yükün aldı gam ile doldu
Harekete kimse mani olamaz