Kapımızı çalan bir Tanrı lütfuydu Hulusi Üstün, sıradışıydı sıradanlaşan bir dünyanın beyzi ve benzi solmuş suretinde. Boyun kesmez, aman dilemez bir asi ruhtu etraflıca bilmek isterseniz.
İyi dostlar kendisini hep eksik hissettirler insana. Ben onun yanında yarımlığıma, yarımlığımın kışkırttığı gayretime hep şükrettim. Çünkü öyle olduğu için hiç atalete düşmedim, katiyen yaşama sırtımı dönmedim. Geçen yıl yazdığı bir yazısıyla anıyorum canım kardeşim Hulusi Üstün’ü…
*
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi
…
Ülkemin ve ilçemin en önemli aydınlarındandır Hulusi Üstün. Hiç bir zaman irfanını ve erdemini kendine saklamaz, pazarlamaya çalışmaz…kıymetli olana, kadir kıymet bilene hasretmiştir yarım asırlık ömrünü. Kendisinin şimdiye kadar “erken uyarı” diye niteleyebileceğimiz onlarca yazısını büyük bir dikkatle okumuşuzdur, ancak bugünlerde ikaz etmekten çok neredeyse feveran ettiğini, feryada durduğunu üzülerek görüyoruz. Bir ehlidildir, bir ehlinamustur Hulusi. Mutlaka okuyun benim metnimin hemen altında yeralan yazısını. Vicdanımızı silkeliyor, köksüzlüğümüzü hatırlatıyor bize! Malı, mülkü, makamı eline geçirenlerin toplumun gözelerine ürüşmüş nadanlığını anlatıyor. Memleketimin sosyal, kültürel kırımının en net tomografisini çekiyor bütün açıklığıyla!
Çok yaralıyız…ve bir yara ancak kendi diliyle konuşur. Sızım sızım Hulusi Üstün’ü dinliyoruz. Ve dinledikçe bazı şeyleri affedemeyeceğimizi farkediyoruz! Çünkü insan her şeyi affetmeye kalkarsa, kendisine olan saygısını kaybeder…biliyoruz, çok iyi biliyoruz!
……………………………………………………………………………
YABAN'IN AYNASINDA BUGÜNÜN TÜRKİYESİ
*
Türkiye Cumhuriyetini kuran aydın kadro Türk köylüsünü tanıyor olmalıydı.
Yakup Kadri'nin 'Yaban'ı var. Bugün yazılamayacak kadar gerçekçi ve objektif bir eser.
Devrin edebiyat eserlerinde köylü değerlendirmeleri son derece isabetli yapılmış...
Fakat belli ki kurucu kadro, Türk köylüsünün tabaka tabaka birikmiş, çelikleşmiş cehlini hafife almak gibi bir gaflete düştü.
Eğer köylüye eğitim götürecek olursa yüzlerce yıllık cehlin eriyeceğini, köylülerin aydınlanacaklarını, bir avuç Türk aydınına yoldaş olup cumhuriyetin yüksek hedeflerini benimseyeceklerini düşündü.
. . .
Tutmadı o hedef...
Yüzyıl sonra cumhuriyetin enkazının üzerine çıkıp etrafa baktığımızda görüyoruz ki aslında cumhuriyet öncesinde Rus'un, Yunan'ın, İngiliz'in, Fransız'ın cumhuriyete, milli varlığa vereceği zararın daha fazlasını bir dahili bedhah olarak Yaban'da tarif edilen Türk köylüsü icra etmiştir.
. . .
Cumhuriyet kadrosu köylüyü aydınlatamadı fakat Osmanlı'nın yapmadığını yapıp yurtdaşlara fırsat eşitliği sundu.
Anadolu'nun kundura tabanıyla basılmamış yaylalarına, Mitannilerden beri tekerlek görmemiş dağ başlarına, okul inşa etti.
Osmanlı'nın asker alımı dışında uğramadığı mezralara öğretmen gönderdi.
Türk köylüsüne literatüre esas alınan aksan ile konuşmayı öğretemedi ise de okumayı öğretti.
Okuyan herkese de devletin idaresinde bir yerlere gelme hakkı tanıdı.
Bir avuç cumhuriyet kadrosu tükenince köylülerin yer tutması zor olmadı.
Kuşaklar boyu kimsenin önemsemediği, adını sormadığı, varlığını yokluğunu mesele etmediği adamın oğlu sayın oldu, müdür bey oldu.
. . .
Onlar öncelikle kurucu kadro ile kavgalıydı.
Dedesinin, amcasının Yemen çölünde, Kanal'da Galiçya'da hangi akla hizmet savaştırılıp öldürüldüğünü önemsemiyordu, çünkü aile dediği şeyi en fazla dedesine kadar götürüyordu. Ondan öncesi yoktu.
Ama kurucu kadrodan nefret ediyordu, çünkü memleket 2. Dünya Savaşına girmese de askeri tedbirler kapsamında vergiler konmuş bu esnada babası dedesi aç kalmıştı.
Bir kuşak önce emmisinin dayısının Sarıkamış'ta ölüme gönderilmiş olmasını umursamıyor, ama babasının açlık hatıralarını unutmuyordu.
Bu sebeple cumhuriyetten, aydınlanmadan, hürriyetten ölümüne nefret etti.
. . .
Türk aydını eksildikçe adım adım onların oldu herşey.
Bütün ülke herşeyi ile Anadolu bozkırının ortasına kurulu bir köyün değerlerini benimsedi.
Sonuçta memleket tam olarak onların köyüne döndü.
Hiç bir evinin penceresinde çiçek saksısı olmayan bir Anadolu köyü gibi estetiğe kapalı bu ülke.
Civarına çöpünü boşaltmış bir Anadolu köyü gibi pislik içinde.
Gücünü zayıfı affetmeyip zengini hoş görerek gösteren, merhametsiz, şefkatsiz, ceberrrut bir toprak ağasına benzer ya köylünün kafasındaki tanrı..
Öyle bir tanrının propagandası yapılıyor bilmem kaç bin camiden.
Bir sürü kaltaban, tıpkı köy ağasının huzuruna referanssız çıkılamayacağı gibi tanrıya derdini anlatmak, yardımını istemek için kendisininden selam götürmek gerektiğini ileri sürüyor.
Ülke birbirinden nefret eden elli çeşit 'yokharı mahalleliler ile Aşşaakı mahalleliler'den oluşuyor.
Tıpkı bir Anadolu köyü gibi herkes birbirine düşmüş durumda.
Tıpkı o köylüler gibi gündem köyün delisinin etiklerinden ibaret.
Temel dava uçkur...
Tıpkı Yakup Kadri'nin anlattığı köyde olduğu gibi kadınlar mutsuz, çocuklar terk edilmiş...
Mahkeme kürsülerinde Yaban'da anlatılan o köylülerin çocukları oturuyor. Karşılarında hak arayan adamı Yokharı mahalleden mi aşşaaa mahalleden mi olduğuna bakarak ya kahrediyor, ya mutlu ediyor.
Tıpkı Yaban'ın köylüleri gibi birbirlerini koruyor, el dediklerine içmeye su vermiyor, hısım akrabaya referans olup makam sağlıyorlar.
Herkes Yaban'ın köylüsü gibi statüsünü korumak derdinde.
Tıpkı Yaban'ın köylüsü gibi kimsenin evinde kütüphane yok.
Yaban'ın köylüleri gibi paradan, ambardan, saklanıp biriktirilenden ibaret servetin güç olduğunu düşünüyorlar. Hiç bir estetik kaygı yok.
Kızdıklarından acımasızca intikam alıyor, tüketinceye kadar, yok edinceye kadar vuruyorlar.
Onların hönkürdüğüne havlayan iri çoban köpekleri var çevrelerinde. Kendilerinden görmediklerine hep birlikte saldırıyorlar.
Çocukları taş atıyor, kadınları kalçalarını tokatlayarak sövüyor.
Komşuyla kavga ederken kullandıkları dili diplomasiye, bürokrasiye, edebiyata, sinemaya, sanata taşıdılar.
Hayvani bir merhamet hissiyle sonunda düşük menfaatler umarak yardımlaşıyorlar.
Dostlukları da düşmanlıkları da tutarsız.
Statülerinden, makamlarından ibaret kişilikleri var.
. . .
Enkazın üzerine çıkıp sağa sola baktığımızda apaçık görüyoruz ki Ahmet Celal kaybetti. Hazin, metruk bir enkaz kaldı onun kurgulamak istediği ülkeden geriye.
Yaban'ın köylüleri muhteşem bir zafer kazandılar o enkazın üzerinde. Ahmet Celal'in hür kafalı, temiz insanlardan oluşan müreffeh ve barışık toplumu hezimete uğradı.
İnsanlık da kaybettti bu topraklarda. Tanrı da kaybetti.
En acısı şu ki; bizler, bir şekilde kalabilmiş Ahmet Celaller, tıpkı sokak ortasında vurulup bırakılan hrant gibi... bu ülkede artık 'güvercin ürkekliği' ile yaşıyoruz.
HULUSİ ÜSTÜN