Bürokrasideki görevlerim gereği eski Diyanet İşleri Başkanlarımızı tanıma imkânını buldum.
Hepsi güzel insanlardı.
Hiç birisinden ne Atatürk, ne Cumhuriyet aleyhinde bir kelam duydum.
Nezih ve kadirbilir insanlardı.
İlk Tanıdığım Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç idi.
Çok güzel Kur’an okurdu.
Disiplinli bir başkandı. Sonradan anladım ve hak verdim ki bu kitle ancak disiplinle yönetilebilir.
Sonra, Prof. Said Yazıcıoğlu,
Ankara İlahiyat Fakültesi dekanıydı.
Merhum Özal ve dönemin Devlet Bakanı Kâzım Oksay’ın ortak kararıyla bu makama getirildi.
Aydın ve çağdaş bir insandı. Bunu aile hayatına da yansıtmıştı.
Aynı zamanda efsane vali Recep Yazıcıoğlu’nun kardeşiydi.
Babası, eski Söke Müftüsüydü.
Çok iyi giyinen, çağdaşlığa meyilli bir müftü.
Şimdilerde o tür müftülerin hasreti içindeyiz.
Ve sonra hemşehrim Mehmet Nuri Yılmaz.
Mehmet Nuri Yılmaz, bu makamı siyasetten uzak bir tarzda yönetmenin gayreti içerisinde oldu.
Siyaset yapmak isteyenlere aman vermedi.
Kendisi, sabırlı, ağır başlı, insan ve hayvan sevgisi ile dolu bir insandı.
Öyle ki yolda gördüğü bir köpeğin başına oturup hayranlıkla seyredecek kadar.
Bu görevde 12 yıl kaldı.
Hiçbir defosuna şahit olmadık.
Daha önceki başkanları da O’nun vesilesiyle tanımış oldum.
Meselâ Prof. Dr. Lütfi Doğan.
CHP’li olduğu için Diyanet teşkilâtı tarafından fazla sevilmedi ama, çok değerli bir insan ve din adamıydı. Şu sıralar rahatsız olduğunu işittim. Allah’tan şifa diliyorum.
Aynı adı taşıyan, yine Diyanet teşkilâtı tarafından “Bizim Lütfi Doğan” diye tanımlanan eski Diyanet İşleri Başkan Vekili.
Çok değerli ve edepli bir insandı.
O’nun yüksek sesle konuştuğuna hiç şahit olmadık.
Bir de Süleyman Ateş hocamız vardı. O da görevini hakkiyle yapanlardandı.
Peki, son yıllarda bu saygın teşkilâta ne oldu da insanlar dininden de soğur hale getirildi.
O’nun cevabı bu günkünün ve ondan öncekinin icraatlarında saklıdır.
Onlarla ilgili intibamız hiç iyi noktada olmadı.