Doğayla ilgim ta Annemin karnına düştüğüm zamanlarda başlar. Rahmetlinin söylediğine göre, Malatya’nın bir dağ köyü’nde sırtında şelek ‘Ot ya da odun yükü) taşırken, içinde bebek şişmiş karnı ile karları sürüyerek (sürünerek) gidermiş. Ben o buz gibi bembeyaz karları annemin karnında hissetmiş bir insanım.
Sonra daha dili bile tam dönmeyen bir çocuk iken; vadiler , tepeler, sırtlar, ovalar boyunca uzayıp giden buğday başakları arasında zaman mevhumu olmadan sınırsızca koşmak; kuş yuvalarını bulmak.. Ardında ekilip harmana taşınıp koskoca buğday yığınları etrafında dönen düvenlerin üzerine oturup ezilen başakları seyretmek.. Ve o dağlarda, yamaçlarda, derelerde ; kimi zaman kenger, kimi zaman çiğdem, kimi zaman yemlik, kimi zaman madımak, kimi zaman kekik toplamak.. Güneşin bedeni yaktığı zamanlarda ağaç gölgelerine sığınmak, çaylarda oluşmuş patpatılar da (Şelaler) anadan üryan bir güzel suyun altına girmek, serinliğe doymak.. Sonra ; kuzuları, köpek yavruları, keçi yavruları.. Hayat işte.. Benim doğaya sevgim sonradan oluşmuş bir sevgi değil, nefes alıp vermeye başladığım andan itibaren iç içe olduğum, onun yarattığı güzelliklerle her an büyülenerek, beslenerek büyüdüğüm bir yaşam süreciyle oluşmuş bir sevgidir, birlikteliktir. Bunun için vazgeçilmezdir, yürekten bağlılıktır. Doğa ve doğallığa sevdam bu yüzdendir.
Doğaya ilişkin ne varsa, ne olursa bir başka ilgim olur benim. Silivri Belediyesi’nin düzenlediği tam güne yayılmış Tarım Çalıştayını duyunca; beton duvarlar, yollar, mekanik gürültüler, doğaya saçılmış, gazlar, dumanlar arasında; yaşlandıkça burnunda buram buram tüten çocuk günlerinin özlemi gibi özlemi artan doğa ve doğanın insanoğluna verdiği muhteşem ürünlerinin söz edileceği toplantıyı kaçıramazdım.
Girer girmez de katılımcıları selamlarken Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar ile karşılaştım. ‘Gazeteciler pek ilgi göstermez diye düşünmüştüm ama Erhan gelmiş’ demez mi. Hakikaten toplantı başladığında baktım benden başka gazeteci yok.
Yediğin yemek, içtiğin su, aldığın nefes ile ilgili bir toplantı bu. Bir süre sonra İHA Temsilcisi Yusuf Eker geldi. Profesörler gelmiş, ziraatçiler gelmiş, işin doktorları gelmiş. Gün boyu ülkenin insanının yaşamını doğrudan ilgilendiren tarım ve tarımsal ürünler masaya yatırılıyor. Böyle bir toplantı kaçar mı?
Ne öğrendim biliyor musunuz. Ülkenin doğasının yarattıklarının müthiş ve bulunmaz zenginliği. Ve bu zenginliğin içinde ektiğin; domatesin tohumunu bile başka ülkelerden ihraç ettiğin bir duruma geliş. Saman ithaline gelmişsin, et ithaline gelmişsin. Daha ne demeli.. Senin hayvancılığın, tarımın, doğa ürünlerine ne oldu.. Niye bu hale geldin? Sormayacak mısın? Diabet’ten ölenler insanlığın baş belası terörden ölenlerin 20 katı falanmış.. Yani gıda terörü daha tehlikeli bir terör.
Düşünürdüm zaman zaman.. Ya bu insanlar, bu dağlarda; elektriksiz, yolsuz, ışıksız yerlerdeki evlerde yaşayan bu insanlar nasıl olurda yüz yıl yaşarlar . Ki çoğu bir doktor bile görmeden yaşarlar.. Bu kentlerde ışıklı, buzdolaplı, televizyonlu, altlarında arabalar, sırtlarında bin bir çeşit giyecek, midelerinde bin bir çeşit yiyecek olanlar neden tez vakitlerde; astımdan, kalpten, kanserden, şekerden şundan bundan erken yaşlarda göçüp giderler bu dünyadan..
En başta geleni beslenme.. Eskiden insanlar açlıktan ölürmüş şimdi aşırı ve dikkatsiz beslenme sonucu oluşan aşırı kilodan. Genetiği bozulmuş gıdaları tüketmeden. Ve içtiğin su. Doğadan fışkıran tertemiz suyu tüketmek nere, bilmem kaç yıllık plastik borulardan akan , ya da bir yerlerde onca zaman biriktirilen suları tüketmek nere. Sonra aldığın nefes.. O dağlarda aldığın oksijen ve şehirlerde soluduğun zehirli dumanlar. Ve çevre.. Ve kullanılan araçlar… Girerse yaşamına plastik, ciğerine zehirli duman; midene tohumu bozulmuş ürünlerden üretilmiş yiyecekler.. Yana yakıla ararsın organiği..
Hakkari’de Sınır Karakolu’nda komutandım. Bahardı. Devriyeye çıkmış bir dereye doğru yürüyorduk. Dereye doğru indikçe yayılan o enfes koku; burnumu, boğazımı, ciğerimi zorlamaya başladı. ‘Ulan bu ne ? Başımız dönecek. Kokudan bayılacağız şimdi !’ Diye düşünerek, askere, ‘Asker dereden çık. Sırta doğru yürüyoruz’ demiştim. O doğanın ürettiklerinin güneşle buluşunca havaya saldığı o enfes kokuyu ben hayatımda bir daha hiç bir yerde görmedim. Hangi şişeye ya da plastik kaba sıkıştırılmış parfüm o kokunun değeri edebilir ki. Mümkün olsa da bir daha yaşasam..
Doğadan geldik, doğaya döneceğiz. Aşık Veysel’in dediği gibi: bizim sadık yârimiz topraktan başkası değil.. Ne istediysek ondan alıyoruz. Ne ekersek bize onu veriyor..
Başka ne diyelim. Silivri Belediye Başkanı Özcan Işıklar’a hayatımız için böylesine önemli bir konuya İstanbul gibi bir kentte; zaman ayırdığı, bilimsel çalışmaların arazide hayat bulmasına vesile olduğu için ne kadar teşekkür etsek az. Bu güzelim toprakların, doğanın kıymetini bilelim..