Ne zaman üstüme üstüme gelse .. 

Ve gelmeye başlasalar bana..

Nazım’ı hatırlatırım.

"Bir gün

Çok bunalırsan

Denizin dibinde,yosunlara

               takılmış gibi soluksuz

Sakın unutma gökyüzüne bakmayı

Gökyüzü senindir

Gökyüzü herkesindir"

 

Nedir bu ülkemizin içinde bulunduğu durum.  Nedir böylesine bölünüp gitme, birbirine yabancılaşma, kamplaşma..  Ne böyle karışımızdakine tahammülsüzlük. Dinlememe, dediğim dedik, çaldığım düdük halleri.

Son zamanlarda hangi makam ve nerede olursa olsun genel olarak iktidarı, koltuğu kapan, bir kral bir kral, yanında yakınında olanlar, kraldan çok kralcı. Ey vatandaş!  Bu topraklar, bu topraklar üzerinde yaşayan faniler, altında yatanlar ;  ne krallar, ne sultanlar, ne şahlar , ne padişahlar, ne koltuk makam sahipleri gördü.

Hepsi çekip gitti. Kala kala geriye sevgi tohumları, kardeşlik eken;  Yunus kaldı, Mevlana kaldı. Hacı Bektaş kaldı. 

Türkiye bugünkü ortamı hak etmiyor. Bizler bu gerginliği, bu sıkıntıları, bu ötekileştirmeyi, yok sayılmayı hak etmiyoruz.

Türkiye’nin gündemi bunaltıyor. Türkiye’nin realitesi yer yer insanı fena halde sıkıyor. Göz göze yalan söyleniyor. Ve itibar görüyorlar. Adalet mitingi fotoğrafı veriyorlar. Miting başlamadan saatler önce çekilen. Ve bunu haber diye yayınlıyorlar. Bir gün önce çekselerdi o Maltepe Meydanı boş olacaktı. Boş meydana konuştu denilecekti. Bu mu vicdan, dürüstlük, objektiflik ve adalet?

15 Temmuz hain darbe girişimi şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Gazilerimize şükranlarımı iletiyorum. Yıldönümündeyiz. Ancak o afişler ne öyle. Bir ağlayan asker fotoğrafı.  Bir ödüllü fotoğraftan aşırıldığı iddia ediliyor. Yabancı asker. Bizim asker diye fotomontaj yapılıyor. Yani Türk Askerini ezik, ağlayan göstermek için verilen çabaya bakar mısın, uğraşa bakar mısın, niyete bakar mısın?  Türk Askerini yerin dibine sokarsan eline ne geçecek.?

 “Hz. Ömer- Nuşirevan” hikayesini bilir misiniz? Uzun hikaye .  Ben okuduğumda dikkat çekmiştim. Paylaşmak isterim.

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Şam valisi olan Sad b. Ebi Vakkas  Şam’daki bir camiyi genişletmek ister.

Bu nedenle de caminin civarındaki arsaları kamulaştırır. Herkes arsasının bedelini alır ve isteyerek arsasını camiye devreder. Ancak Şam’da yaşayan bir Yahudi, camiye bitişik olan arsasını satmak istemez. Vali arsasının değerini fazlasıyla verse de Yahudi vatandaş arsasının kamulaştırılmasına rıza göstermez. Bunun üzerine vali arsaya el koyar ve bedelini adama gönderir.

Arsasını kaybeden Yahudi, komşusu olan bir Müslüman’a derdini anlatır. Sızlanır. Bana zulmedildi, der. Müslüman vatandaş da kendisine, Medine’ye git. Orada halife Hz. Ömer vardır. Derdini anlat. Ömer,son derece adildir der. Şamlı Yahudi Medine’nin yolunu tutar. Hz. Ömer’in yanına gider.  anlatır. Hz. Ömer adamı dinler. Sonra bulduğu bir deri veya kemik parçasının üzerine şu cümleyi yazar: “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim.”  Ve bu yazıyı valiye vermesini ister.

Yahudi bu yazıyı alıp ayrılır.  Doğrusu valiye gitmek de istemez. Çünkü sonuç alamayacağı kanaatindedir. Bununla beraber, mademki yorulup da oralara kadar gittim, bari halifenin şu yazdığı cümleyi valiye vereyim, der. Valinin huzuruna çıkar ve deri parçasını uzatır.

Medine’deki halifenin size mesajıdır, der. Vali bu cümleyi okuyunca, sapsarı kesilir. Uzun müddet başını yerden kaldıramaz. Sonra endişe içinde, başını kaldırıp şöyle der; arsanız size geri verilmiştir.

Yahudi vatandaş hayret eder. Şaşırır. Bir tek cümlenin valiyi bu kadar sarsacağını hiç tahmin edememişti. Merak ve dehşet içinde sorar. Lütfen bana bu cümlenin neden sizi bu kadar dehşete düşürdüğünü anlatır mısınız der.

Şam valisi Hz. Sad, bak der, sana bu cümlenin hikayesini anlatayım. O zaman benim neden bu kadar ürperdiğimi anlarsın:

Ömer halife olmadan önce, ben ve Hz. Ömer İran taraflarına ticaret için gittik. Yanımıza 200 deve almıştık. İran’a vardık. Orada cirit oynayan gençleri seyrederken, birileri zorla elimizdeki develere el koydular. Çok kalabalık bir çete grubuydu, bir şey yapamadık. Elimizde para da kalmamıştı. Üzgün bir şekilde, geceleyeceğimiz bir eski han bulduk. Hanın sahibine de sıkıntımızı anlattık. Bize yardım etti. Sonra da; “Gidip krala durumunuzu anlatın, o adil bir adamdır, mutlaka size yardım eder, dedi. Biz de sabahleyin kralın huzuruna çıkıp durumu anlattık. Şikayetimizi bir mütercim krala tercüme etti. Kral Nuşirevan dikkatle dinledikten sonra her birimize birer kese altın verdi ve olayı inceleteceğini söyledi. Bize de, memleketinize dönün, dedi.

Biz tekrar Han’a döndük. Ama doğrusu sonuçtan çok da memnun olmamıştık. Hancı sonucu öğrenince son derece üzüldü ve “Burada bir hata var, dedi. Gelin beraberce gidelim, ben size tercümanlık yapayım, teklifinde bulundu. Biz de gittik. Huzura çıktık.

Hancı durumu Nuşirevan’a anlattı. Develerimize el koyan kişilerin kıyafetini, halini, olayın geçtiği yeri anlattı. Dikkat ettik, Nuşirevan’ın yüzü sapsarı kesildi.

Bir gün önceki mütercimi çağırttı. Ona sorular sordu. Sonra ayağa kalktı, her birimize 2 şer kese altın verdi, akşama kadar develeriniz gelecek, develeri alın ve sabahleyin burayı terk edin dedi. Ama giderken biriniz doğu kapısından, diğeriniz de batı kapısından çıkın, talimatını verdi.

Akşamleyin 200 devemiz kapıya geldi. Durumu anlamak için hancıya sorduk. Neler oluyor dedik. Hancı şöyle dedi: Sizin develerinize el koyan kişi Nuşirevan’ın büyük oğlu ile veziridir.

Bunlar bir çete kurmuşlar. Garibanların mallarına el koyuyorlar. Siz ilk gittiğinizde, mütercim bunu anlamış. Ama sizin sözlerinizi Nuşirevan’a yanlış tercüme etmiş. Böylece kralın oğlunu ve veziri korumuş. Ben sizinle gidip durumu anlatınca Nuşirevan bu oyunu anladı. Ama neden ayrı kapılardan gidin, dedi, ben de anlayamadım. Hele yarın olsun anlarız, dedi. Hz. Sad, anlatmaya devam ediyor: Ertesi gün ben doğu kapısından çıktım. Kapının çıkışında iki kişinin darağacına asılı olduğunu gördüm.

Halk toplanmış seyrediyordu. Sordum kim bunlar ve suçları ne, diye. Dediler ki, bunlardan biri Nuşirevan’ın büyük oğlu diğeri de veziridir. Bunlar, buraya gelen iki Arap’ı soymuşlar. Ceza olarak Nuşirevan ikisini de asarak idam etmiştir. Nuşirevan kendi öz oğlunu idam etmişti.

Hz. Ömer’in çıktığı kapıda ise bizim şikayetlerimizi yanlış tercüme ederek, kralın oğlunu korumaya çalışan kişinin asılı olduğunu gördük.

İşte Hz. Ömer senin eline verdiği deri parçasının üzerine “Bilesin ki, ben Nuşirevan’dan daha az adil değilim” sözüyle bana bunu hatırlatıyor. Halkına zulmedersen seni darağacına çekerim diyor.

Senin gözyaşlarına bakmam, tıpkı Nuşirevan’ın öz oğlunun gözyaşına bakmadığı gibi. Şimdi anladın mı neden benim benzim sarardı?

Bir yerlere adam seçerken, birilerine yetki verirken, kul hakkı söz konusu olduğunda, ceza ve mükafat dağıtırken, acaba Hz. Ömer gibi kılı kırk yarabiliyor muyuz?

Diyeceğim o ki, ne varsa sevgide, barışta, adalette, hoşgörü de var. Gerisi hikaye.. Ve acı..