1950’lerde İslahiye’nin bir köyünde başlayan ve bugünlere uzanan, dopdolu bir yaşam öyküsü.   1970’lerin başında başlayan şiirle-yazıyla dolu bir hayat.. Bir çok eser.. Gazetecilik, yazarlık, siyaset.. DSP’de genel sekreterlik.. Sünni mezhebinden olmasına rağmen alevi-kürt sanılarak işten atılan, ‘Alevi değilim ama alevi olmak onur verirdi ‘diyen bir isim.  Gazetecilik okulunda sağcı Yaşar Okuyan ile okul arkadaşı. Sonra aynı hükümette Yaşar Okuyan ile ortaklık. 72’lerin başında zamanın en sol günlük gazetelerinden Yeni Ortam’da genç bir yazar olarak yer almak. 12 Mart'ın fişlemesine karşı kullanılan çok sayıda kod isim.  Yeni Günaydın'dan aynı günlerde; hem kod adı hem de gerçek adıyla transfer teklifi alan bir isim.  Ve son olarak yarım asırlık bir birikimin ürünü olan  ‘ Aşk Menem, Aşık Menem’ adlı  şiir kitabı.. Gazeteci- Yazar, Politikacı Sayın Süleyman Yağız ile;  doğduğu yörelerden, yazın dünyasına; şiir dünyasından- bugünlere bir yolculuk yaptık. İlgiyle okuyacağınız bir söyleşi oldu.. 

-1950 yılında Gaziantep İslahiye Arfalı köyünde doğmuşusunuz. Ama Hanağzılılı olarak biliniyorsunuz. Önce bu köyleri bir anlatır mısınız?  Çocukluğunuzun geçtiği tarihlerde  Nüfusları neydi? Ne ile geçinirlerdi? Okul, yol, su, elektrik, telefon var mıydı?

Pınarbaşına sabun bırakan dayı

-Arfalı ve Hanağzı, birbirine çok yakın iki küçük köy... Arfalı ana, Hanağzı baba köyüm... İki köyde de hısım akrabam var... Ailem Arfalı’da oturduğu için benim doğum yerim de Arfalı... Adını aldığım dayım Süleyman Özkarahan’ın da doğduğu köy... Üstelik dayımla doğduğumuz ev de aynı... Ama nüfus kaydım Hanağzı idi... Sonuçta hem Arfalılı, hem Hanağzılılıyım.

İki köyümüzün insanı da tarımla uğraşırdı. Nüfuslarını anımsamıyorum. Köylerimizin yolu vardı. Okul, birinde vardı, birinde yoktu. Evlerde su, elektrik ve telefon yoktu. Ortak çeşmeler, pınarlar vardı. Örneğin Arfalı’da adına Kastel dediğimiz bir pınar vardı. Dayım bu pınara iki kalıp sabunla gidermiş, birini kendisi kullanır, diğerini köylüye bırakırmış. Yeri gelmişken önemli bir şey hatırlatmak istiyorum: Kim yaptı, bilmiyorum... Köyümüzün Arfalı adı, hiçbir resmî veri olmadan Arpalı diye değiştirilmiş. O da kamu yöneticileri tarafından. Çok üzüldüm.

Fırkai İslâhiye Ordu’sundan adını alan ilçe

-İlk ve ortaokulu İslahiye ilçe merkezinde okumuşusunuz. İslahiye’de nerde kalıyordunuz? Orta okulunuz nasıl bir okuldu? Kaç öğretmeni öğrencisi vardı? İslahiye nasıl bir ilçeydi? Yolu, elektriği, hastanesi vb...

-Babam İslâhiye’de esnaftı. Ben beş yaşına geldiğimde, yıl 1955, Arfalı’dan İslâhiye’ye taşındık. Ev, kendi evimizdi. Toprak damlıydı. Yeri çok güzeldi. İlkokula Cumhuriyet İlkokulu’nda başladım. 4 ve 5. sınıfları, bizimle beraber açılan İkinci İlkokul’da bitirdim. O zaman bitirme sınavları da yapılıyordu. Bitirdiğim yıl 27 Mayıs da gerçekleştirilmişti.

İslâhiye şapkalı, yâni düzeltme imli yazılır. Resmî organlar şimdi buna itibar etmiyor. İslâhiye’nin başka bir önemli özelliği, adını Fırka-ı İslâhiye ordusundan almasıdır. Bu ordu, göçer yaşayan Avşarları yerleşik düzene geçirmek için onların üzerlerine gönderilen Derviş Paşa komutasındaki ordunun adıdır. Dadaloğlu, ünlü türküsü “Ferman Padişahın Dağlar Bizimdir”i bu ordunun saldırısı üzerine yakmıştır. (Türkü yakılır, şarkı bestelenir.)

İlçemiz, köken farklılığı açısından çok zengindi. Neredeyse Türkiye’nin küçültülmüş bir örneğiydi. Bu benim için bulunmaz bir nimetti. Bu nimet sayesinde ben, hiç kimseyi öteki görmedim. Görmeyi aklımdan bile geçirmedim.

İslâhiye’den hatırlananlar

Benim yaşadığım dönemde İslâhiye’nin 17 bin nüfusu vardı. Yolları fena sayılmazdı. Bir devlet hastanesi vardı. Özel olarak da Deli Doktor lakaplı candan bir doktorumuz vardı. Bir de çok uygar bir imamız vardı: Ali Hoca... Beni ilk irşad eden de odur. Ortaokulumuz çok güzeldi. Ali Dereli adında bir Türkçe öğretmenimiz vardı. Bize okuduğu kitap ve dergileri dağıtır, okumamızı sağlardı. Düzenli kitap okumaya Ali Dereli hocamızın sayesinde orta ikide başladım. Diğer hocalarımız da çok iyiydi. Üzerimde olumsuz iz bırakan hiçbir hocamızı anımsamıyorum.

İlk gurbet: Manisa

-Liseye Manisa’da başlamışsınız. Neden Manisa?

-Babam esnaftı. Hatırı sayılır biriydi. Durumu iyiydi. Fakat beşinci mi altıncı mı bilmiyorum, iflas etmişti. Tam da liseye gitme yılımdı. Belli bir bedel karşılığında, çocukları da ortaokuldan arkadaşım olan bir yakınımızın Manisa’daki evlerinde kaldım. İlk gurbet hayatımdı. Hayatımda ilk kez o yıl sınıfta kaldım. Gurbette çok zorlandığım için liseye Gaziantep’te devam ettim. Aslında iyi bir öğrenciydim. Sınıfta kalmak bana çok koymuştu. O yıllarda çok zor olan Gaziantep Lisesi’ni iftiharla bitirerek bu acı hatıranın üzerimdeki etkisinden kurtulabildim.

O’nun diploması gerçek

-İstanbul Gazetecilik Yüksek Okulu 1972 mezunusunuz. Bu İÜ’ye bağlı olan okul mu? Başka biri mi?

-Değil... Özeldi...Fakat o da daha sonra, İletişim Fakültesi adını aldı, sanırım.

-Sınıfınızdan tanıdık başka sima var mı?

-Olmaz olur mu? Benim diplomam gerçek... Yaşar Okuyan okul arkadaşımdı, rahmetli Şakir Süter okul arkadaşımdı. Şakir Süter ayrıca hem asker arkadaşım, hem meslektaşım, hem de bir dönem mesai arkadaşımdı. Yaşar Okuyan o yıllarda MHP’liydi. Onunla da daha sonra milletvekili ve koalisyon ortağı arkadaşlığım oldu. Dostluğumuz hâlâ sürüyor. Kendisine sağlıklı uzun ömürler dilerim.

İşyerini sendikalaştırdı, Halk ozanları derneğini kurdu

-Siz 68 kuşağı mısınız, 78 kuşağı mısınız? Kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?

-68 Kuşağı sayılırım. Eylemci öğrencilerden değildim. Öyle bir ortamım yoktu. Gündüz çalışıyor, gece okuyordum. Çok genç yaşta da yazarlığa başladım. İşyerimi de sendikalaştırdım. Ayrıca halk ozanları derneğini kurdum. Dolayısıyla eylemci yanımı sanat edebiyat ve sendikacılıkta gerçekleştirdim.

Yeni Ortam’da başlangıç

-Yeni Ortam’da ilk yazılarınız yayınlanıyor nasıl gelişti bu? Gazetecilik sevdası nasıl başladı?

-Bu çok ilginçtir. 1970 yılında girdiğim bir sigorta şirketinde çalışıyorum... 1972’de okulu bitirince Yeni Ortam’a gittim. Karşıma çıkan, yıllar sonra adının rahmetli İlhan Banguoğlu ustamız olduğunu öğrendiğim kişiye, “Ben gazetecilik okulu mezunuyum. Meslek dışı da olsa işim var. Size fahri muhabir olarak katkıda bulunmak istiyorum” dedim. Banguoğlu bana, “Sen muhabirliği boşver. Yazı yazıyor musun?” dedi. İçimde saklı bir yazma arzusu vardı. Bir şeyler de karalıyordum. “Evet, yazıyorum” diye karşılık verince İlhan ağabey, “Bana yazı getir” dedi. Sevinçten uçarak döndüm. Türkiye’nin en ciddi, etkili gazetesinde yazar olacaktım. Ertesi gün bir yazı verdim. Bir hafta geçti, yazı çıkmadı. Gazeteye gittim. İlhan Banguoğlu’nun ayrıldığını söylediler. Bütün hâyâllerim yıkıldı. Umudum bütünüyle kesilmişti. Sanıyorum, bir buçuk ay kadar sonra Yeni Ortam’ı okurken kendi yazıma rastladım. A. I. Avşaroğlu adıyla yazmıştım. “Su” başlığını taşıyan yazım, Yeni Ortam Okurları Yazıyor köşesine çıkmıştı. Yazımdan tek bir virgül bile değiştirilmemişti. Sonra Konuk Yazar oldum. Ardından gazetenin sanat ve siyaset sayfalarının dışarıdan yazan sürekli yazarlarından biri oldum. (Banguoğlu ayrılırken yazımı yazı işlerine bırakmıştı, anlaşılan. Yayımlayan Aydın Engin olabilir. Kesin bilmiyorum.)

Devrin ünlü sol yazarları

-Yeni Ortam’da o günlerde kimler yazıyordu?

-O günleri tam hatırlayamıyorum... Ama Yeni Ortam’ı genel olarak düşündüğümüzde ünlü yazarların yanı sıra benim gibi dönemin yeni yetmeleri dâhil çok kişi yazıyordu. Emil Galip Sandalcı, Hilmi Yavuz, Attila İlhan, Metin Soysal, Zühtü Bayar, Mustafa Ekmekçi birden aklıma gelenler. Yeni Ortam benim gibi en az 40 yazar yetiştirmiştir.

12 Mart Muhtırasının fişlenmiş insanı gizlenen ad

-Sevdamın Savaşı 1974’te ilk kitabınız. Şiir kitabı ve Adsız Ozan Avşaroğlu adı ile çıkarmışsınız. Bir çok eserinizde isimleriniz değişik. Neden çokça değişik isimler kullandınız?

-İlk nedeni şu: Yazarlığımın ilk yıllarında yazarlığımla hiç ilgisi olmayan bir işte (sigorta şirketinde) çalışıyordum. Yıl 1972... O zaman işyerimde solculuğu belirlenmiş/fişlenmiş biriydim. Bir telefonla bile içeri atılabilirdim. Çünkü 12 Mart Muhtırası’nın etkisini sürdürdüğü bir süreçti. Avşar kökenli olduğum İçin şiirlerimde ve ilk şiir kitabımda Adsız Ozan Avşaroğlu adını kullanmak istedim. Zaten ilk yazımı ve yazılarımı da A. I. Avşaroğlu adıyla yazmıştım.

Bu arada yazı vermeye gittiğim günlerin birinde Yeni Ortam’ın sahibi Kemal Bisalman ağabeyle de tanıştım. İlginçtir, o gün Uğur Mumcu da askerden izinli olarak gelmiş ve Yeni Ortam’a da uğramıştı. Bisalman, beni göstererek, Uğur Mumcu’ya, “Bak artık Avşaroğlu gibi gençlere yazdırıyorum” demişti.

Ama bir süre sonra hâlâ bilmediğim, öğrenemediğim bir nedenle yazılarım çıkmamaya başladı. Çok üzülmüştüm. Bunun üzerine üslubumu biraz değiştirerek S. Serpil Savcıoğlu adıyla yazmaya başladım. Savcıoğlu eşimin soyadıydı. O zaman eşimle arkadaştık. İnandırıcı olsun diye yazılarımı gazeteye eşim götürüp veriyordu. Bu isim çok tuttu. Sonra, “Avşaroğlu ile Savcıoğlu iki sevgili. Savcıoğlu’nun yazılarını Avşaroğlu yazıyormuş” diye söylenti çıktı.

Hem kod adıyla hem gerçek adıyla transfer teklifi

En çok bilinen takma adlarımdan biri de Selim Yener’dir. O zaman Sabah gazetesinde resmî olarak Yazı İşleri Müdürü kimliğiyle çalışıyordum ama pratikteki işim redaktörlüktü. Bu arada rahmetli Ali Galip Vural arkadaşım Yeni Tan’ın Genel Yayın Yönetmeni olmuştu. Bir gün benden sürekli köşe yazısı yazmamı istedi. Ben de onu kırmamak için hiçbir ücret almaksızın Selim Yener adıyla uzun bir süre yazdım. İlk Selim Yener yazısında da ortak arkadaşımız işadamı Mehmet Büyük’ün fotoğrafını kullandık. Yazılarımı bir gün önceden gece yazıyor, ertesi gün Sabah gazetesindeki asıl işime giderken önce Mehmet Büyük’ün işyerine uğrayıp faksla Ali Galip Vural’a gönderiyordum.

İlginçtir, daha sonra Yeni Günaydın’dan hem Süleyman Yağız, hem de Selim Yener olarak transfer teklifi aldım. Aynı kişi olduğum da bu sırada ortaya çıktı. Ama yine ilginçtir ki, transfer edildiğim Yeni Günaydın’dan, istek üzerine kaleme aldığım Alevi dizileri nedeniyle -yönetim değişince- Alevi ve Kürt sanılarak işten atıldım.

Yağız’ın şairleri

-Şiir sevdası nasıl başladı? İlk okuduğunuz şiir, ya da kitap hangisiydi?

-ilk okuduğum şiir/şiirler dayım Süleyman Özkarahan’ın elyazması iki şiiridir. Zaten şairliğimin de genetik olarak dayımdan bana geçtiğini düşünüyorum.

-En beğendiğiniz şairler, etkilendiğiniz yerli yabancı şairler, yazarlar kimler?

-Doğal olarak dayım Süleyman Özkarahan... Sonra halk ozanları... En başta da Âşık Mahzunî Şerif... Sonra Tanırlı Âşık Yener, Âşık İhsanî, Âşık Daimî, Nesimi Çimen, Hüseyin Kaçıran, Hüdâî... Eski halk ozanlarını da hemen eklemen gerek... Pir Sultan, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Yunus Emre... Serbest tarzda ise yine doğal olarak, ama bu kez Nâzım Hikmet... Ayrıca Ahmed Arif, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Can Yücel... Yaştaş ve kuşaktaşlarımın içinde ise Ozan Telli en başta gelir... Bana göre Ozan Telli bizim kuşağın en ustasıdır... Hemen ardından Seyyit Nezir, Hüseyin Haydar,  Haydar Eroğlu, Haşim Şahin... (Son yıllarda şiirlerini izleme olanağını bulamadığım arkadaşlarımdan özür dilerim.)

Yağız’ın yazarları

Yazar olarak ise Orhan Kemal... Bana göre gelmiş geçmiş en büyük Türk romancısıdır. Benim açımdan Orhan Kemal’in bir başka özelliği daha var... O da sürekli okumaya onun romanlarıyla başlamamdır... Sabahattin Ali, Hasan İzzettin Dinamo, Fakir Baykurt, Behzat Ay... Aslında bu liste daha da uzayabilir...

Yazar deyince eleştirmenlerden de söz etmeliyiz diye düşünüyorum.... Örneğin Asım Bezirci... Şiirde Nâzım Hikmet ne ise toplumcu-gerçekçi eleştiride de Asım Bezirci odur. Yâni, eleştirinin bir numarası Asım Bezirci’dir. Benim kuşağımın eleştirmenleri arasında ise Hikmet Altınkaynak, Mehmet Yaşar Bilen, Mehmet Bayrak önde gelen isimlerdir.

Sünniydi ama alevi-kürt sanılarak işten atıldı

-Şiirlerinizde çokça Alevi-Bektaşi kültürüne atıf var? Neden? Siz Alevi misiniz?

-Köşe yazarıyken Alevi ve Kürt sanılarak işten atıldım ama Avşar kökenli bir Türk ve Sünni anne-babanın evladıyım. Dünyanın en zengin halk kültürüne sahibiz. Bu kültür içinde Alevi-Bektaşi kültürünün çok ayrı bir önemi vardır. Yazılı hiçbir kaynağımız olmasa bile Alevi Bektaşi halk ozanlarının şiirlerini inceleyerek tarihimizi yazabiliriz.

Alevi değilim ama alevi olmak bana onur verir

İlk dinlediğim halk ozanı Âşık Mahzunî’dir.... Mahzunî beni çok etkilemiştir... Çocukluk arkadaşım Ali Rıza Erdoğan’ın Alevi olması beni bu konuda bilgi sahibi olmaya yöneltti... Bu konuda beni ilk aydınlatan da ilçemizdeki Ali Hoca’dır... Hak razı olsun... Mahzunî’nin etkisi de işin içine girince ve daha sonra hemen hemen bütün halk ozanlarını tanıyınca ben sürekli Alevi-Bektaşi kültürünü solumaya ve Aleviler’e yönelik iftiralara karşı mücadele etmeye başladım... Yazar olarak da siyasetçi olarak da Alevilik hep önceliğim oldu. Dolayısıyla herkes beni Alevi sanıyor. Alevi olmak bana onur verir. Ama değilim, Alevi dostuyum.

Yarım asırlık birikim: Aşk Menem Âşık Menem

-Annenize ve babanıza Allahtan rahmet diliyoruz. Annenize 7 yıl, babanıza 8 yıl sonra şiir yazmışsınız. Son kitabınız, “Aşk Menem Aşık Menem” kaç yılda yazıldı?

-Son kitabımdakiler eski ve yeni şiirlerimden oluşuyor. Tek bir döneme ait değil... Kitabımın adını taşıyan “Aşk Menem Âşık Menem” şiirini ise bir günde yazdım. İkinci günde ise düzeltmelerini yaptım. Ama bu süreler çok yanıltıcıdır. Ben bu şiiri iki günde yazdım ama bana bu kolaylığı, içimde yarım yüzyılı aşkın bir süredir biriken Alevi-Bektaşi kültürünün sağladığını söylemem gerekiyor.

-Eşiniz ve kızınıza da yaşarken birer şiir yazmışsınız...

-Evet... Annem babam için de eşim ile kızım için de yazdım. Dahası dayım için de yazdım. Dayım için yazdığımın, “ilk dayı şiiri” olduğunu sanıyorum. Ozan Telli de yakın zamanda kaybettiği dayısı için yazdı.

Adı ad olarak alınan Dayı: Süleymen Özkarahan

-Aşk Menem-Aşık Menem’de; adınızı aldığınız, rahmetli ve yüzünü görmediğiniz dayınız Süleyman Özkarahan’dan da iki şiir var. Dayınızın fotoğraflarına ve yaşadığı 1950 öncesi döneme baktığımızda kıyafetleri, yazım dili... Bayağı iyi görünüyor. Bir de komünist deniyormuş dayı için? Dayınızdan bahseder misiniz. Çok da etkilenmişsiniz? Eğitimi nedir, kimdir, ne iş yapardı?

-Dayım, babası ölünce o zaman evli olmayan annemin evde yalnız kalmaması için lise öğrenimini yarım bırakıyor. Annem babamla evlenince de dayım askere gidiyor. Dönüşte Ankara’da Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde Klimatoloji Şube Müdürü olan diğer dayım Atalay Özkarahan’ın yanına uğruyor. Atalay dayım, Süleyman dayıma iş bulmak için arayışa başlıyor. Süleyman dayım, “Köye gidip döneyim” diyor. Ama dönemiyor. Kendisini hapse düşüren bir olayın içinde buluyor.

Kitabımda biri bu olayı anlatan, diğeri serbest tarzda yazılmış iki şiiri de var dayımın. O nedenle kitabımı Süleyman&Süleyman/Süleyman Yağız adıyla çıkardım. Dayımın dörtlüklerle yazdığı şiiri içine düştüğü olayda katil olmadığını ortaya koyuyor. Aman zaman artık geçmiştir. 28 yaşındayken beyin kanamasından ölüyor. Serbest tarzda yazdığı şiir ise siyasal kimliğini ortaya koyuyor. Zaten köylüler de ondan “Komünist Süleyman” diye söz ediyor. Ben, kesin değil ama, dayımın, o yıllarda Sultan Galiyev’in mimarı olduğu ulusal-komünizm taraftarı olduğunu tahmin ediyorum.

Ben dünyaya geldiğim gün, babam, dayımı rüyasında görüyor. Dayım, babama, “Oğlunuza benim adımı koyun” diyor. Ve ben onun adını alıyorum.

...

Roportaj: ERHAN KIZILYAR