Mahallenin adı Mutlular’dı. Aslında Mutlular köyü mahalle olalı çok olmamıştı. Şimdi mahalleye terfi etmişlerse de fiili olarak köy yaşamı sürüyordu. İnsanlar toprağını eker, hayvanını güder, akşamları kahvede toplanıp dedikodu yapar, şakalaşır, birbirine dert anlatırlardı. Kadınlar evlenme çağına gelmiş çocuklarına çeyiz hazırlıkları için el emeği göz nuru danteller örerken derin sohbetlere dalarlardı. Yani, her şey olması gerektiği gibiydi, ta ki o gün gelene kadar.
O sabah, herkesin evine bir bildiri bırakılmıştı. Kalın, resmi bir kâğıtta yazıyordu: “Huzuru sağlamak için bazı önlemler alınacaktır. Dikkatli olun ve güvenliği ihmal etmeyin.” Koca Mutlular, bu sözü anlamamıştı. Huzur zaten vardı; kimse kimseye bulaşmaz, herkes işine bakardı. Ama o kâğıttan sonra, herkesin aklına bir şüphe düştü. Kimdi bu huzuru bozanlar?
+
Bir hafta sonra, mahallenin ileri gelenlerinden Berfin’in kapısı çalındı. Polis, “Halkı kışkırtma faaliyetlerinde bulunduğu” gerekçesiyle Berfin’i gözaltına aldı. Halk duyunca şok oldu, çünkü Berfin, mahallenin belki de en sessiz sakin insanıydı. Tek suçu, iki hafta önce pazarda "Herkes zor durumda, bu düzen nereye gidiyor?" demiş olmasıydı.
+
Berfin’in götürülmesiyle mahallede bir dedikodu dalgası yayıldı. Kimse yüksek sesle konuşmaz olmuştu. Herkes birbirine kısık sesle, “Bir şey söyleme, sen de Berfin gibi olursun,” diyordu. Ancak bu sessizlik, derin bir korkuyu büyütüyor, mahallelinin içini kemiriyordu. Artık insanlar, kimin yanında duracağını, kime güveneceğini bilemez olmuştu. Herkes birbirinden şüphelenmeye başlamıştı.
+
Bir gün, Mutlular’ın meydanına koca bir pankart asıldı: “Düşmanlarımıza karşı uyanık olun.” Düşman mı? Kimdi bu düşman? Mahalle halkı birbirine bakıp durdu. Meydanın köşesinde yaşlı Cemal, Bahar’a sessizce fısıldadı: “Bizi birbirimize düşürüyorlar. Herkes birbirinden kuşku duysun, içimize şüphe zehiri ekiyorlar. ” Dedi.
+
Bahar o akşam, kasabanın gençleriyle konuştu. “Düşman ilan ettikleri biziz. İşimizi, tarlamızı, hayalimizi, sevincimizi çalmaya çalışıyorlar. Kışkırtmaya çalışıyorlar, aramıza sınır çekmeye çalışıyorlar.” Diyerek herkesi uyardı.
+
Gençlerin gözlerinde parıltılar yandı. Bahar’ın cesareti, korkularını bir nebze olsun azaltmıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde küçük bir grup, kasabanın meydanında toplandı. Herkes gözlerini meydanın ortasına dikti, Bahar’ın etrafında halka olup el ele tutuştular. Çünkü yıllarca farklı dillerin, inançların, kimliklerin bir arada yaşadığı mahallede saygı ve hoşgörü üzerine bir komşuluk hukuku kurmuşlardı. Düğünlerde farklı dillerde müzikler ve şarkılar eşliğinde halaylar çekilir, danslar edilir ve oyunlar oynanırdı. Cenaze törenlerinde birlikte taziye yemekleri yenilir, dualar edilirdi. Yıllar içinde nerdeyse her evde farklı kimliklerden gelinler, damatlar çoğalmış ortak torunlar değişik dillerde büyükbaba ve büyük annelere sahiptiler. Akrabalık ve hısımlık kendi doğal akışı içinde mahalle halkını birbirine kenetlemişti.
Mahalle halkı sessizce anlamaya çalışıyorlardı. “Düşmanlarımıza karşı uyanık olun.” pankartı mesajını. Bu bir şaka değilse, kötülük ve kışkırtma diye endişeye kapılmıştılar. Ama meydana toplananların dimdik duruşları, kışkırtılmaya boyun eğmeyeceklerinin işaretiydi.
+
Sabaha karşı, meydanın duvarına kırmızı harflerle yazılmış bir cümle belirdi: “Boş yere huzurumuzu ve birliğimizi bozmaya kalkışmayın. Biz bu toprakların ortak sahipleriyiz.”
+
Kasaba o günden sonra, kışkırtmaya boyun eğmeyenlerin hikayesiyle yaşadı. Berfin serbest bırakıldı, ancak halk artık uyandı; birbirini suçlamaktan, korkuya kapılmaktan vazgeçtiler. Mahalle halkı sessiz, ama kararlı bir dirençle yeniden birbirine kenetlendi. Mutlular’ın meydanında, sabahın ilk ışıklarıyla herkes bir şey fark etti: Korkudan değil, birbirlerine sırtlarını yasladıklarından güçlüydüler. Güneş altın sarısı ışıklarıyla yeryüzünü sıcak kollarıyla sararken bir grup çocuk neşe içinde okul yolunda geleceğe yürüyorlardı.
+
Hasan Baki ÇİFÇİ
07.11.2014