Yakın arkadaşım Ali ile birgün sinemaya gittikten sonra onu eve davet ettim. Yanımıza biraz
çerez ve bir de kırmızı şarap almıştık. Oturup biraz film üzerine sohbet ettik.Bir kaç kadeh
şarap içtikten sonra Ali bana en son okuduğu kitaptan çok etkilendiğini ve eski içten kanayan
yaralarını hatırlattığını söyledi.
Halil – Okuduğun kitabın adı neydi?
Ali – John Bowlby’nin ‘Sevgi Bağlarının Kırılması ve Bozulması’
Halil – Kitapta özet olarak ne anlatıyor?
Ali – Aile içinde sevgi ve koruma ile büyümeyen çocukların bunu farketmeden devam
ettirecekleri ve bir biçimde bir sonraki kuşaklara aktaracaklarını anlatıyor.
Ali – Peki bu seni nasıl rahatsız etti?
Halil’in sesi o anda sesi titremeye başladı ve zorlukla yutkunarak
Halil – Nasıl desem bilemiyorum. Abim tarafından şiddete maruz kaldım.
Ali – Ama bunu neden bu kadar yıldır içinde taşıyorsun?
Halil – Kime nasıl anlatayım ki. Hep bize ‘Kol Kırılır Yen İçinde Kalır’ diye öğrettiler. Yıllardır
bu davranış kalıbını o kadar çok içselleştirmişim ki, farkında olmadan insanların yüzlerini
okuyup onlardan zarar gelmemesi için kendimi onları memnun etme çabasında buluyorum.
Ali – Bu sende nasıl bir duygu yaratıyor?
Halil – Kendimi boş ve değersiz hissediyorum böyle anlarda.
Ali – Bununla ilgili olarak annen, baban ya da abinle paylaştın mı bunları?
Halil – Annem ve babam hayatta değil ve onlarla bu duygularımı paylaşma olasılığım yok. Bir
kere abime bu konuyu açacak oldum ve bana ‘Sen hala bunları mı düşünüyorsun? diye
tersledi.
O anda Halil inceden inceye gözyaşları dökmeye başladı. O anda Halil’in rahatlayıp kendine
gelmesini beklemeye başladım. Rahatlayınca bana;
Halil – Biliyor musun? Yıllarımı bu acılarla boşa harcamışım gibi geliyor bana.
Ali – Halilciğim belki de bu acılara bakışımız bizi mutsuz ediyor gibi geliyor bana. Belki de
çözümümüz bu acıların içinde.
Halil – Yani?
Ali – Yani, demek istiyorum ki annen ve babanın bu aile içi şiddeti sürecinde seni
korumadıklarını düşünüyorsun. Muhtemelen onlarda kendi ailesinden devraldılar bu
davranışları. Daha ne kadar geçmişimizin kölesi olmaya devam edeceğiz?
Bu sözler üzerine biraz durdu ve Halil’in içinden birşeylerin koptuğunu hissettim.
Halil – Vayy be Aliciğim. Tamda taa derinlerimden gelen bir soruya parmak bastın.
Ali – Aile içi şiddet gördüysen önce bunları bir sonraki kuşağa aktarmamak senin misyonun
olamaz mı?
Halil – Çok haklısın Aliciğim. Herşeye önce kendimden sonra en yakın çevremden başlamak
en güzeli herhalde.
Ali – Hani Nasrettin Hoca’nın bir hikayesi var ya. Bir gün Nasrettin Hoca erik toplamak için
ağaca çıkar. Bastığı dalın gevrek olduğunu gören komşuları uyarır. ‘Hocam yapma erik dalı
gevrektir, oradan düşersin.’ Ama Hoca dinlemez ve gerçektende dal kırılır ve yere düşer. Ve
tabii ki feryat, figan inlemeye başlar. Komşular başına gelip ‘Hocam kırığın var mı? Hocam
nasıl yardım edelim?’ derken Hoca inleyerek onlara ‘Çabuk bana gevrek erik dalından düşen
birisini bulun. Benim halimden ancak o anlar.’ demiş. Aile içi şiddet toplumda derinden
kanayan bir yara. Bunu da ancak bunları yaşamış ve bunlarla yüzleşip iç dönüşümünü
yaşamış kişiler bir yaklaşım ve bir çözüm üretebilirler.
Halil – Haklısın Aliciğim. Belki de benim hayat misyonum bu. Bir şey daha söylemek
istiyorum. İyi ki varsın. İyi ki dostluğumuz var.