Döviz kurundaki sert hareketlerin yarattığı türbülansın etkisi ile her geçen gün sarsıldıkça sarsılıyoruz. Yaşadığımız sıkıntılar yetmiyormuş gibi bir de koronovirüsün, delta ve omikron versiyonları ortalığı kasıp kavurmaya başladı. Dünya Sağlık Örgütü vaka artışlarının kaygı verici olduğu yönünde açıklamalar yapıyor. Geçen gün baktım da, Göztepe hastanesinde beş yüz metreye yakın uzunca bir kuyruk. Sordum, soruşturdum, PCR testi kuyruğu imiş. Kuyrukta bekleşenlere de, sağlık çalışanlarına da içimden “Allah kolaylık versin” dedim.
*
Sizde izliyorsunuz; piyasalar bir taraftan pandemi fırtınasının, diğer yandan da döviz kurundaki sert hareketlerin baskısı altında. Bütün bu karamsar tablo içinde bakıyorum da; Eminönü Meydanı’nda alabildiğince bir kalabalık. Hani; “İğne atsanız yere düşmez.” denilir ya; işte öyle; adeta miting alanını andıran bir hareketlilik var. Gezinmekte olan insanların çoğu yabancı uyruklu. Türkçe konuşana çok az rastlıyorsunuz.
Hollanda”da kırk yıldır gurbetçi oluğunu söyleyen Konya, Karaman”lı muhafazakâr bir aile ile konuştum. İstanbul”a ilk defa gezmek ve alışveriş yapmak için gelmişler. Pasaportları ve cüzdanları çalınmış. Çok şey anlattılar anlatmasına da, sonuçta bir daha İstanbul”a hiçbir zaman gelmeyeceklerini söylediler.
*
Biliyorsunuz Rahmetli Turgut Özal, arada sırada fiyatları kontrol etmek ve esnafı dinlemek için Mısır Çarşısı’nı ziyaret ederdi. Esnaf şimdilerde dertlerini dinleyen siyasetçiye hasret kalmış durumda. Bendeniz de sert fiyat hareketlerinden sonra çarşıda -pazarda neler olduğunu anlayabilmek için; Beyazıt, Mahmutpaşa, Tahtakale, Küçükpazar”ı filan arşınladım. Esnaf, olanca gücü ile, karamsarlık ve kararsızlığın piyasası olmaktan çıkabilmenin çabası içinde; çalışıp -çabalıyor, gayret gösteriyor ama açıkçası işlerin iyi gittiği söylenemez. Her köşede belirsizliğin ve öngörülemezliğin etkisi gözleniyor. Mesela, Eminönü çevresinde bir ticaret erbabına; ” İşler nasıl ?”sorusunu yönelttiğinizde “ Sözün bittiği yerdeyiz…” diyerek suskunluğu tercih ediyor… Tabii, içlerinde doların altı liraya filan geleceği beklentisinde olanlarda yok değil.. Bu arada pek çok dükkânın el değiştirmiş olduğunu gördüm. Vitrin camında “Kiralık” yazanlar çoğalmış. Bazı dükkânların da sığınmacılar tarafından devir alınarak işletildiği söyleniyor.
Aktif siyaseti yıllar önce bırakmış olan kadim dostum ile yukarıda bahsetmiş olduğum tabloyu konuşuyoruz; söz dönüp dolaşıp ahalinin alım gücüne ve emekli maaşı iki yüz dolar civarında olanlara geliyor. Siyaseti yıllarca meydanlarda, yani alanda rahle-i tedris etmiş olan dostum kaşlarını çatarak tabloyu şöyle dillendiriyor; “Kişi başına milli gelirimiz epeyce gerilemiş durumda ve OECD ülkeleri arasında bu bakımdan hayli geri sıralardayız. Mesela; 2007 yılında 500 dolar civarında olan bir emekli maaşı, bugün yaklaşık 200 dolar civarında. Düşünebiliyor musun? Aradan tam ondört-onbeş yıl geçmiş. Emeklinin alım gücü bitmiş, tükenmiş, erimiş!.. Şimdi sorulmaz mı; bugün iki yüz dolar maaş alan bir emekli, açlık sınırının cenderesinde değil de, neresinde? “ diyerek serzenişte bulunduktan sonra da latife edercesine gülümseyerek ekledi;
“ Bak mesela; emekli maaşları da kur korumalı olsun, piyasa bir anda nasıl canlanıyor!..”
*
Hepimiz biliyoruz ki, pandeminin baskısı altında günün şartlarına uygun siyasa üretebilmek kolay bir iş değil. Bizim kuşak gayet iyi bilir; rahmetli Süleyman Demirel”in, Turgut Özal”ın, Necmettin Erbakan”ın, Bülent Ecevit”in, Alpaslan Türkeş”in siyasetin engebeli, badireli, kilometre taşlarını katederken, nasıl zorlu bir mücadele verdiklerini. Elbette bir siyasetçinin yetişmesi kolay değil. Uzun yıllar alıyor. Malumunuz, demokrasi tarihimizde belli dönemlerde siyasetçilerin yapmış olduğu takt hataları da bir realitedir. Tabii ki, hatalar yüzünden büyük bedeller ödendiği de bir vakıadır.
Şimdi, zannediyorum ki, demokrasi tarihimizde pek çok kriz dönemini bizatihi yaşamış, müşahede etmiş olan ahali için esas olan; öncelikle hayat şartlarının iyileştirilmesi bakımından alınacak kararlar. Yaklaşmakta olan seçim sürecinde de kavga ve gerilim iklimi, ya da; enflasyonist politikalara eşlik eden popülizm rüzgarının esintisinden ziyade, memleketin toplumsal ve ekonomik dinamiklerini milli bir sinerjiye dönüştürme paradigmasının hayata geçirilmesi yönünde özlem ve beklentilerdir