Yıllardır, kırk yıldır, her daim konuşup dururuz. İşsizlik, yoksulluk, enflasyon, gelir dağılımında dengesizlik filan. Bunlar bizim sorunlar stokundaki temel meselelerimizden birkaç tanesi. Mesela; 20 yıl önce de, yoksulluğu, gelir dağılımını, işsizliği konuşuyorduk. Tabii, o yıllarda bu sorunların oranları istatistikî olarak daha düşüktü.
Büyük şehirlere, özellikle de İstanbul’a göçün birdenbire artması, kırsal kesimde faal nüfusun azalması ile artık gıda güvenliği, tarım ve hayvancılık alanında üretim meseleleri de memleket gündemine eklendi ve gitgide, her geçen gün biraz daha öne çıkmaya başladı.
Elbette, küresel salgının yaratmış olduğu ekonomik çalkantılar da, köklü geçmişi olan bu meseleleri alevlendirerek majör hale getirdi.. Buna ilave olarak günümüzde insanlık âlemini endişelendiren, küresel ısınmaya ilişkin iklim krizinin, gıda güvenliği bakımından yaratacağı etkiler de artık gündemin ilk sıralarında. Hatta son zamanlarda dünyada görülen kuraklık ve gıda enflasyonu dikkate alınacak olursa kanaatimce ivedilik arz eden, masada öncelikli olması gereken bir mesele gibi görünüyor.
Malumunuz; siyaset son derece dinamik, değişken bir alan. Bizim memlekette bazen sosyal politikalar öne çıkar, kimi zaman da belirginleşen liberal söylemler kabul görür. Aslında sosyal liberal vizyon her daim özlemdir. Tabii, sosyal politika denildiğinde bazılarının aklına hemen karşılığında emek olmayan sosyal yardımlar geliyor. Yoksul kesimlerde bu durum sanki gelenekselleşmiş bir yardım uygulaması gibi algılanmaya başlandı. Bazen sizler de karşılaşmış olabilirsiniz, haftada bir kurulan semt pazarı yakınında herhangi bir siyasi parti aracı broşür dağıtmak için filan durduğunda etrafında hemen yardım talebinde bulunan kalabalık oluşuyor. Artık bu durum bir beklenti haline gelmiş durumda. Tabii, yardım kolisi dağıtan bütün partilerden nemalanma maharetini gösterebilenler de yok değil.
Netice itibarı ile gelinen noktada yine enflasyonu, her geçen gün biraz daha yükselen fiyat artışlarını, pahalılığı, yoksunluğu ve yoksullaşmayı konuşuyoruz.
Şimdi, düşünebiliyor musunuz?
Yirmi yıl önce bir lira ile iki Bulgar Levası satın alınabiliyor iken, bugün bir Leva alabilmek için dokuz lira vermek gerekiyor. Bir başka örnek; yirmi yıl önce iki yüz dolar civarında olan bir emekli maaşı bugün yine iki yüz dolar civarında ama ne yazık ki, fiyat artışlarından dolayı eski satın alma gücünü yitirmiş durumda. Bakın mesela, hammaddesi ithal olan bir sıvı el yıkama sabununun litresi yüz lira olmuş. Aynı sabun altı ay önce 50, iki yıl önce litresi 15 liraya satılıyordu.
Şimdi bütün bu meselelere isterseniz sol, ya da; sağ pencereden bakın, her iki pencereden görünüm de sonuçta bir gerçekliği yansıtıyor. Sorunlara sahiden çözümcü bir yaklaşımla bakılmak isteniyor ise; meselenin her iki pencereden etraflıca görünümü dikkate alınabilir. Yani kuşbakışı bakılarak her tarafını görmek sureti ile; ortak akılla değerlendirerek çözebilmek mümkün değil midir? Ha keza; yine ekonomi ve sosyal hayat arasındaki ilişkiye yön verirken de başarısızlığı küresel salgın, finans hareketleri v.s bahanelerle mazur göstermenin makul bir tarafı olabilir mi?
Özlem ve beklentileri sadece medeni yaşam standardında geçinebilmek, gerilimlerden uzak, güvenli bir ülkede yaşamak olan insanlarımız, bugün hala açlık sınırı altında kalan düşük ücretlerden, yüksek enflasyonun baskısı altında ayakta kalabilme mücadelesi veren emekli kesimden söz ediyorsa; kayıp yılların ağırlığı mutlaka sandıkta sahiciliğini gösterir.