Sıcak bir eylül hafta sonundan merhaba “Dünlük”… Geçen hafta okuduğum onca “umutsuz edici” haberden biri var ki beni resmen depresyona soktu: “İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (İSKİ) verdiği bilgiye göre 22 Eylül itibariyle kentin barajlarındaki doluluk oranı yüzde 39.90 olarak ölçüldü. Alibeyköy Barajı’ndaki doluluk oranı yüzde 21.10 olarak kayıtlara geçti.”

80’lerin sonlarında yaşadığımız susuzluk günleri film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti ister istemez. Üniversiteye gittiğim yıllar. Yağmur az yağıyor. Barajlarda su kalmamış. Suyu belirli günlerde belirli saatler arası veriyorlar. O zamanlar şimdiki gibi SMS’ler sosyal medya hesapları da yok. Önce bir dedikodu olarak kulaktan kulağa başlıyor “Su geliyormuş” haberi… Eve o saatlerde yetiştin yetiştin. Yoksa kaçırıyorsun suyu. Evin her yeri, su geldiğinde doldurulan kova ve plastik kaplarla dolu. Plastik depo yaptıranlar daha şanslı.

İşte o günler gözümde bir bir canlandı. Ya yine susuz kalırsak korkusu… İşin kötüsü Covid 19 yüzünden su daha çok tüketiliyor şu son 6 aydır. Salgın azalıp bitse bile bu alışkanlık değişmeyecek gibi görünüyor.

Yeryüzünün yüzde 71’i suyla, yani denizlerle kaplı olduğu halde susuzluk, dünyayı bekleyen en büyük tehlike. Çünkü deniz suyu çok olsa da tatlı su oranı çok az. Doğayı katleden insanoğlu sayesinde daha da azalıyor. Artık yağmurlar da değişti. Ya hiç yağmıyor ya da yağdı mı sel olup her şeyi silip süpürüyor.

H2O… İlkokuldan beri ezbere bildiğimiz formül. Suyun formülü. Ne güzel, içinde ne olduğunu biliyoruz. Üstelik hidrojen dünyadaki en basit elementlerden birisi ama buna rağmen ne yazık ki laboratuvar ortamında üretemiyoruz.

İnternette araştırırken www.olaganustukanitlar.com diye bir siteye denk geldim. Resmi bilimsel bilgiler olmadığının altını çizeyim. Ancak kaynaklarda bilimsel siteler mevcuttu. O kaynaklara girip kontrol etmedim ancak bilgiler çok da yabana atılacak gibi değil. Okuduğuma göre, bu iki elementin bir araya gelmesi çok büyük bir enerji bariyeri ortaya çıkarıyor. Hidrojen yüksek yanıcılıkta bir gaz, oksijen de hidrojeni yanma konusunda destekliyor. Böylece çok büyük miktarda bir enerji açığa çıkıyor.

1937 yılında yaşanan zeplin faciası (Hindenburg Felaketi olarak bilinen) buna en iyi örnekmiş. Dört dizel motorla çalışan büyük zeplin Almanya’dan Amerika’ya uçuşu sırasında statik elektrik birikmesi sonucu alev almış. Havadaki oksijen, zeplindeki hidrojenle çok hızlı bir reaksiyona girince ölümcül bir patlamaya neden olmuş. Büyük patlamanın sonucunda su ortaya çıkmış. Ancak 36 yolcu ve 27 mürettebatın hayatını kaybettiği bu kaza sonrası zeplin ile yolculuk fikri tarihin tozlu sayfalarına kaldırılmış.

Diyeceğim o ki suyu oluşturan elementleri bildiğimiz halde suyu yapay ortamda elde etmemiz imkansıza yakın. Yağmur duaları da pek bir işe yaramıyor gibi görünüyor. O zaman elimizdeki suyu en verimli şekilde kullanmamız şart. Boşa akan her musluğu kapatmak, vanası bozulup damla damla da olsa boşa akıtan muslukları tamir ettirmek, çamaşır yıkarken tek bir parça için makineyi çalıştırmamak, bulaşığı elde değil, biriktirerek makinede yıkamak aklıma gelen ilk çareler. Daha da bulunabilir.

Bu dünya hem bizim yuvamız, hem de torunlarımıza bırakacağımız bir emanet. Bulduğumuz gibi değil, daha iyi bırakmamız şart. Yoksa bir şekilde dünya bizi bırakacak!