Kemer, kendini hiç bu kadar güzel, bu kadar ıssız ve de bu kadar yalnız hissetmemişti daha önce.
Sabahları bir koro halinde güne başlayan kuş sesleri, tek tek birbirinden ayırdedilebilecek kadar sessizdi ortalık. Neredeyse yaprakların hışırtısı bile duyulabilirdi.
Dalgalar, şezlongları hala yerleştirilememiş güzelim çakılları okşarken, güneş, ışınlarını fütursuzca bırakıyordu üzerlerine. Oluşan pırıltılı yansımalar, bir genç kızın saçlarına değer gibi ışık oyunları yaratıyor ve upuzun kumsalın dayanılmaz güzelliğini ortaya çıkartıyordu.
Tüm bu güzellikler, onu beğenen olmadıkça kendi doğallığı içinde anlamsızlaşıyor muydu acaba? Güzellik, onanınca daha mı çok değerleniyordu?
Yalnızdı işte...
Ne ordan oraya koşuşturan insanlar vardı, ne de onlarla birlikte oluşan birçok değişik ses....
araba motoru sesleri, diskolardan gelen müthiş gürültü, tabaklara değen çatal kaşık sesleri, mağazalardan gelen değişik dillerdeki konuşmalar...
ve tüm sahili “korozo” diye seslenerek bir baştan bir başa gezip mısır satan Hatice’nin sesi...hiçbiri yoktu!
Kemer, Kemer olalı böyle bir hüzün görmemişti.
Üzüntüyle derin bir nefes aldı, sonra “bugünlerde geçecek, güzel günler tekrar gelecek” dedi umutla.