Grup Gündoğarken’in 1990’lara damgasını vuran bir şarkısı vardı.
‘‘İçimi kemirir durur çok zaman/ Olur olmaz bir yerde/ Olur olmaz sorular/ Açılır zaman zaman bir kapı/ Olur olmaz bir yerden/ Olur olmaz bir yere’’ diye başlayıp ‘‘…Ankara'dan abim gelmiş/ Evde bir bayram havası/ Annem babam beni çok severmiş’’ diye biten…
İktidar kanadından bir çağrı yapıldı, terör örgütünün 26 yıldır hapiste olan başı çağrıya uyup ‘‘silahları bırakın’’ dedi. Örgütten, ‘‘silahlarımızı omuzdan indirmeyiz ama parmağımızı tetikten çekeriz’’ anlamında bir karşılık verildi. ‘‘Ankara’dan abim gelmiş’’ hesabı, başta ‘‘yetmez ama evet’’ciler olmak üzere, bir kesim bayram havasına girdi.
Sanırsın ilk kez olan işler: Dağdan inişler, davullu zurnalı karşılamalar yapılmamış, o arada koca bir şehir hendeklenmemiş…
*
Şunun altını en kalın çizgiyle çizelim: Ruh hastası olmayan herkes barış içinde, kavgasız gürültüsüz yaşamak ister. Ancak bunun en temel koşulu, elbirliğiyle üretip adil şekilde paylaşmaktır. Adil paylaşımı öncelikle talep etmeden ‘‘eşitsizlikle savaşımdan, eşitlikten, kardeşlikten, beraberlikten’’ dem vurmak, eşitsizlik içindeki yüksek konumları korumak ve güçlendirmek gayretinden başka bir şey değildir.
*
Efendim bir kesim Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndaki vatandaşlık tanımından rahatsızmış, kendini eşit vatandaş hissetmiyormuş, anadilinde eğitim, anadilinin resmi dil olmasını istiyormuş. İçinde bulundukları sefahatı bırakmak istemeyenler bu türküyü çığırıyor. Oluşturdukları vokal grupları da eko yaparak ses büyütmeye çalışıyor.
Mümkün olmadığı halde olabileceğini varsayıp diyelim ki ülkedeki her dil resmi dil yapıldı, üniter yapı kaldırılıp etnik ya da inanç temelinde eyalet sistemine geçildi.
Üretim mi artacak? Yoksulluk mu bitecek? Beslenemeyen, okulsuz, öğretmensiz çocuklar bol gıdaya, okula, öğretmene mi kavuşacak?
Hayır!
Yeni yapılanmayla üretmeden tüketenlerin sayısı çoğalıp israf büyüyecek; gelirden az pay alanların payı daha da azalacak, yoksullukları ve yoksunlukları daha da artacak.
Bir ülkede kalıcı barışı, huzuru, refahı sağlamanın; kaderde, kıvançta, tasada birliği koruyup pekiştirmenin yolu el birliğiyle üretim, adil paylaşımdır…
Onun koşulu da etkin vergileme, kamu harcamasında etkin denetim, sosyal politikalara önceliktir. Eşitsizliğe dayalı, eşitsizliği derinleştiren rejimlerde aslan payını alanlar, rejimlerin dayandığı ideolojilerin ana temalarını tehlikede ve tehdit altında göstererek hedef sapıtır. Çünkü sefalarının sürmesi, eşitsizliğin sürmesine bağlıdır.
Barış, kardeşlik, refah ve huzur için anayasa değişikliği istediğini söyleyenler ile o çerçevede pazarlık içinde oldukları iddia edilenler şunlara var mı?
- Gelir vergisinde asgari ücretin katlarına, miras vergisinde ortalama kişi başı servetin katlarına bağlı, tavan oranı yüzde 90’lara varan, daha etkin etkin bir vergi düzenine…
- Toplanan verginin daha etkin kullanımı için cumhurbaşkanı, bakan, milletvekili dahil, en yükseğinden en düşüğüne kamuda ücretler (her tür ödeme ve harcama eklenerek), asgari ücretin katlarına bağlamaya…
- Yoksulluğu yok etmek için herkese asgari ücrete bağlı bir geliri garanti etmeye…
- Tüm kurum ve kuruluşlarda çalışanların temsil edildiği iş yasasına, insanların işsiz ‘‘kalırsam faturaları bari öderim, hiç değilse sağlık güvencem olur’’ düşüncesiyle emekliliğe sarılmasını önleyen kapsamlı sosyal güvenlik düzenlemesine…
- Tüm kamu harcamalarını yargı denetimine açmaya…
- Ölçüsüz zenginleşme ve harcamada mutlaka kaynak sorulmasını sağlamaya…
- Eğitimde sınıf ve öğretmen başına öğrenci sayısından ihtiyaca göre materyal donanımına kadar ölçütler (standart) getirip tüm okulları aynı olanaklara kavuşturmaya…
Yanıt ‘‘evet’’ ise, yeni anayasa ya da anayasa değişikliğinden önce kolları sıvayıp hazırlayın tasarı ve taslakları, yapın düzenlemeleri.
Bunlar hayata geçirildikten sonra anayasa, babayasa, anadili, babadili türünden düzenlemeler en kolayı. Tabii ki tartışıp konuşan, isteyen kalırsa…