O vakitler Doktor Nadir Paksoy, insanlığa hizmet amacıyla BM çağrısıyla henüz Vanuatı’ya gidip, orada çıkan Tam Tam adlı gazete ile tanışmamıştı.

Asil Özbay,  binip motosikletine ülke ülke sınırları aşmamış, Nasuh Mahruki Everest'e tırmanmamıştı. 

Türkiye köylerinin yüzde doksanı henüz; telefon, elektrik, asfalt yol ile tanışmamış, televizyon henüz yayına başlamamıştı.

Anadolu’da ahali kıtlıktan çıkmış gibiydi.  Bezi, şekeri, ipliği yeni tanıyor;  çarıktan kurtulma savaşı veriyordu .

Yıl 1970’lerin başıydı.    Uzak köylerde kimi vatandaşların başına bir talih kuşu konuyordu.   Almanya , Hollanda, Belçika ve Fransa denilen hayal ülkelerinin adı yavaş yavaş Anadolu’nun uzak köylerinde duyulmaya başlıyor ve bu ülkelere işçi olarak gitme şansı yakalıyor ve o insanlarımızın kaderi değişiyordu. 

Bir Deutsche Mark 4.5 Türk lirası ediyordu ki; bırakın Deutsche Mark’ı  Türk Lirasını bulmak halk için nerdeyse cenneti bulmak kadar çaba ve özveri gerektiriyordu.

Bir çok köyden birer-ikişer vatandaş atıp sırtına heybesini  (Valizleri yoktu çoğunun) tutuyordu gurbetin yollarını. Ve bir yıl, iki yıl sonra tatile geldikleri yurtlarında törenle karşılanıyorlardı.

Alamancının evinde çocuklar o sabah güne farklı uyanıyordu.  Çocuklar yeni yeni, pırıl pırıl giysiler giyerek hava atıyorlardı akranlarına.. Üstelik cepleri de şeker dolu olurdu ki boynu eğik seyrederdi yaşıtları imrenerek.  Ve düşünürlerdi ‘Keşke benim babam da Almanya’dan gelse!”                                                                                                                                                                                                                           Alamancı vatandaş genellikle kar gibi beyaz bir gömlek, simsiyah ütülü pantolon,  pilli traş makinasıyla olunmuş bir traş ve kolonya sürülmüş bir yüzle karşılardı hoş gelmişe gelenleri..  Evin hanımı yeni bir giysiyle çay servisi yapardı konuklara.   Sigaralar ikram edilirdi konuklara, Parliment, Marlboro..  Vay babam vay..

Alamancı vatandaş, ilk gelişinde birkaç tarla kapatırdı. Üç bin tl’ye dört bin tl’ye.. Toprak sudan ucuzdu.  Ve köye pilli radyo gelirdi genellikle..

İkinci gelişinde traktör alırdı, ya da değirmen açardı.

Üçüncü gelişinde taksiyle tanışırdı köy.

Ülkeyi yönetenler göğüslerini gererek açıklardı:  Gurbetçiler şu kadar döviz getirdi.

Tabi her şey bu kadar güllük gülistanlık olmuyordu . Ve bazen büyük acılar da yaşanıyordu.  O zaman dile bir türkü düşüyordu.  “Alamanya acı vatan’ diye. Ya da en kötü işlerde çalıştırılıp sömürülen biri ezilmişliğini dile getiriyordu.. ‘Alamanya Alamanya, benden keriz bulamanya”

Öyle ya da böyle.. Bugün Anadolu’nu bir çok köyünde kasabasında Almanya, Hollanda başta olmak üzere batı ülkelerinde kazanılmış paralarla yapılmış güzel konutlara rastlarsınız. Oraların paralarıyla yaşamları değişmiş bir çok insanla karşılaşırsınız.

Ve bugün Almanya’da milyonlarca, diğer AB ülkelerinde yüzbinlerce Türk vatandaşı yaşamakta, ikinci üçüncü kuşakları oralarda Milletvekili, Belediye Başkanı, Belediye meclis  üyesi olabilmekte, işler kurabilmekte, sahalarda ter atmakta.  Milyonlarca insanımız için acı vatan değil artık gerçek vatanlar olmuş durumda bu ülkeler.

Hal böyleyken, elbette ki bakanımıza yapılan davranış kabul edilemezken, bizim bu ülkelerle,  batıyla böyle bir kavgaya tutuşuyor olmamızı anlamak mümkün görünmüyor.

Rusya  askerlerimizi vurmuş iken ve buna hiç sesimizi çıkarmadan Moskova’nın yollarını tutup Putin ile huzur fotoğrafları verirken,  batıyı böyle karşımıza almayı aklımız almıyor.  Ki o Moskova bugün Afrin’de  PKK yandaşlarıyla bayrak sallıyor.. Biz PYD için ne desek onlar daha olumsuzunu yapıyor.  O sallanan bayrağın bir süredir sürdürdüğümüz Fırat Kalkanı Operasyonu için ne anlam taşıdığını da bir düşünmek gerekiyor.  

Bütün bunları yazarken asla ve asla bakanımıza Hollanda’nın yaptığını doğru bulmadığımızı bir kez daha vurgulayalım. Ama tepki portakal sıkma saçmalığı olmayacağı gibi, ‘Bütün batı da kimse güvenle sokağa çıkamaz’ sözü de olmamalı..   Böyle bir sözün ardından size düşmanlık besleyen, ilişkilerinizi daha da bozmak isteyen birçok karanlık yapı tutup olmadık işler yaparak suçu sizin üzerine yıkmak isteyebilir ki; akıllı insanlar durumu fark etse de, geniş halk kitleleri aynı analizi yapmadan sizi suçlayabilir.  Doğrudur dış politika da çok zorlu bir süreçten geçiyoruz. Ortadoğu karmakarışık.  Ama başımızda Ortadoğu gibi bir bela varken,  batı ile ilişkilerimizde çok daha dikkatli ve akılcı bir dış politikaya ve ilişkilere ihtiyacımız olduğu açık.  Çok daha dikkatli kelimeler, cümleler kullanmaya ve üsluba ihtiyaç var.. Onlar yanlış yapsa da bizim yanlış yapma lüksümüz yok.