Gençler, diploma iptaliyle başlayan, rahatsızlık duydukları bazı olaylara dikkatleri çekmek için bir günlük tüketim boykotuna karar verdi. Çağrıya uyan insanlar bir günlüğüne ‘‘harcamama hakkı’’nı kullandı. Arkadan gözaltılar, işine son vermeler başladı…
12 Eylül 1980 darbesi döneminde İstanbul’da üniversite öğrencisiydim (1977-1981 arası). 1978 Maraş Katliamı üzerine sıkıyönetim ilan edilen iller arasında İstanbul da vardı.
Sıkıyönetime rağmen sık sık boykotlar, kepenk indirme eylemleri olurdu. Bu eylemlere bazıları gönüllü, bazıları korku ve tehdit nedeniyle katılırdı.
Çok seyrek olmakla birlikte sonraki yıllarda da zaman zaman boykotlar, kepenk indirme eylemleri gördük. Bunlar genellikle meslek gruplarının, siyasi partilerin ya da taraftarlarının öncülüğünde yapılan, etkileri de sınırlı olan eylemlerdi.
2 Nisan’da, şimdiye kadar gördüklerimden çok farklı bir boykot yaşandı.
İlk kez…
Katılım için baskı ve tehdit olmayan,
Bir meslek örgütü ya da siyasi parti ve grup önderliğinde yapılmayan,
Resmi ret çağrılarına ve tehditlere rağmen kırılmayan-kırılamayan,
Tüm engelleyici medya propagandalarına rağmen yüksek katılımlı bir boykot gördüm. Her zaman gittiğim marketlere, kafelere 2 Nisan günü özellikle uğradım. Yabancıların yoğun olduğu bir semtte yaşadığım halde, normal zamanda 15-20 kişinin olduğu marketlerde müşteri sayısının beş, altı dolayındaydı. En kalabalık kafelerde bile müşteri sayısı normal zamanın yarısını geçmiyordu.
Aynı partinin yönettiği süreçte doğup büyümüş, başka bir siyasi anlayış ve vizyonla tanışmamış, klasik siyasi söylemlere yüz vermeyen; yaşıtlarının arasından elemelerle seçilmiş, ülkenin en zekileri olarak bilinen; bilişim ve iletişim kanallarını etkin kullanan, dünyayı ve değişimi bu kanallar yoluyla çok daha hızlı okuyan; hukuk başta olmak üzere ülkedeki son yargı kararlarını gördükçe mutlu gelecek umudunun kaybolduğunu söyleyen gençler…
Pek çoğumuzun ‘‘apolitik’’ dediği, memleket meselelerine karşı duyarsız gördüğü üniversite öğrencileri bir çağrı yaptı; annelerine babalarına, dedelerine, ninelerine, ağabeylerine, ablalarına, kardeşlerine özetle şöyle seslendiler:
‘‘Hukuk çiğneniyor, geleceğimiz yok ediliyor. Yönetim sesimizi duymuyor. Tüketimden gelen gücünüz-gücümüz var. Bir günlüğüne tüketimi durduralım, dayanışma içinde bu gücü gösterip sesimizi duyuralım; gördüğümüz soruna dikkatleri çekelim…’’
Yönetim tehditler savursa da çağrı dalga dalga yayıldı, izlenimlerime göre geniş bir kesim tarafından makul bulunup büyük ölçüde uyuldu.
Benim gördüğüm kadarıyla olup biten bundan ibaret. Ne esnafa, ne çiftçiye, ne sanayiciye, ne yerli ve milli olana zarar kastıyla yapılmış bir düşmanlık değil…
Şimdi esip gürlemek, bu eylemi şeytanlaştırmaya çalışmak yerine sağduyu ile ele alıp iyi okumak, eveleyip gevelemeleri bir yana bırakarak eylemin nedeni olan huzursuzlukları ortadan kaldırmak gerekiyor.
Tabii ki söz konusu huzursuzluk kaynağı, bazılarının huzur kaynağı değilse…