29 Ekim 1923 tarihinde yapılan anayasa değişikliği ile ‘‘Türkiye Devletinin şekl-i Hükûmeti,
Cumhuriyettir”; denilerek, cumhuriyetin ilan edilmesinin 100’üncü yılındayız.
Normal koşullarda, ülke genelinde yıl boyunca büyük coşkuyla kutlanması gereken bir yıl
dönümü.
Cumhuriyet sayesinde cumhuriyet idaresinin en tepesinde yer alanların bu konuda hıyanete
varan tutumlarını bir yana bırakarak söylüyorum.
Kanaatimce…
Önce bir muhasebe yapmalı; nereden nereye gelindiğine, ortada cumhuriyet adına ne
kaldığına bir bakmalı, sonra coşkulu bir 100’üncü yıl kutlamasını ne kadar hak ettiğimize
karar vermeliyiz.
Buna ‘‘cumhuriyet nedir’’ sorusunun cevabıyla başlayabiliriz.
En özlü tanımı, ‘‘Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir’’ diyerek, cumhuriyetin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk yapmış.
Ne demektir bu?
Devletin gücü, cumhuriyetin kurumları olarak yurttaşlarının; ‘‘bilhassa’’ da güçsüz
yurttaşlarının, yanında demektir.
Aç ve açıkta kalmayacaksın; malın, namusun, çoluğun çocuğun güvende, koruma altında
olacak; ülke olanaklarından adil şekilde yararlanacaksın; bir zulme, haksızlığa uğradığında
hakkını arayıp alabileceksin; ihtiyacın olduğunda korunup kollanacaksın demektir.
Ülkenin orta yaş grubunda bir yurttaşı, bir baba olarak uzun uzun bunları ve yaşadığımız
olayları düşündüm.
Özellikle ‘‘gülden ağır’’ söz söylemeye, gülden ağır fiske dokundurmaya kıyamadığınız
çocuğunuzu okula gönderiyorsunuz, zorbanın biri yolunu kesip kurşun yağdırıyor. Bin bir
umutlarla devletin kurumuna emanet ediyorsunuz, ihmal kurbanı olarak ceset torbasında ya
da tabutta teslim alıyorsunuz.
Sizin çabalarınız, olanaklarınız yetmiyor; cumhuriyetin gücünü yanında yeterince bulamayan
ve kendini çaresiz, kimsesiz hisseden çocuğunuz canına kıyıyor.
Boğazınızdan, üstünüzden başınızdan kısıp güçlüklerle okutuyorsunuz; hekim olarak cana can
vermeye çalışırken, caninin bir gelip canına kastediyor; vuruyor, kırıyor, öldürüyor.
Ülken çağdaş uygarlık düzeyinde başta koşsun, insanların her tür gelişmişliğin sağladığı refah
içinde yaşasın istiyorsun; adaletin terazisini dengede tutması gereken devlet gücüne dayalı
zulmün karanlık hücrelerinde ömür çürütüyorsun….
Her gün lokmandan bir parça gasp edildiğini, havana, suyuna, doğana hayasızca saldırıldığını
görüyor, hissediyorsun; sesini çıkaramıyorsun.
Ortada derinleşen bir güvenliksizlik, derinleşen bir eşitsizlik, derinleşen bir adaletsizlik,
derinleşen bir yoksulluk var. Hal böyleyken, ‘‘bilhassa kimsesizlerin kimsesi’’ cumhuriyet bu
olamaz.
Peki bu cumhuriyet kimin nesi, canımızı yakıp içimizi acıtan bütün bunlar kimin eseri?
Önce bu sorunun cevabının verilmesi, sonra ‘‘bilhassa kimsesizlerin kimsesi’’ olan cumhuriyet
coşkusu için meydanlara inilmesi gerektiğini düşünüyorum.