‘‘Damlaya damlaya göl olur.’’
‘‘İşten artmaz dişten artar.’’
‘‘Sakla samanı gelir zamanı.’’
‘‘Ayağını yorganına göre uzat.’’
‘‘Güvenme varlığa, düşersin darlığa.’’
‘‘Ak akçe kara gün içindir.’’
‘‘Her çok, azdan olur.’’
‘‘Bol bol yiyen bel bel bakar.’’
Bunlar, ekonomi ile ilgi atasözlerimizden bir bukle. Bir başka ifadeyle; ‘‘Topraktan öğrenip kitapsız bilenler’’in kitabi (klasik) ekonomi öğretileri.
Atalarımızın, üretim ve tasarruf ağırlıklı ekonomi öğretilerinin yanında, tasarrufları koruma öğretileri de var.
İnsanların dişinden tırnağından artırdığına konup çarçur eden savurgan otoriteye karşı şu dörtlük hep dikkatimi çekmiştir.
"Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Eken de yok biçen de yok
Yemede ortak Osmanlı…"
Biliyorsunuz ülkede döviz darboğazı olmasa da (var demek suç olabilir, o yüzden öyle bir ifadem ve kastım yok) döviz aldı başını gitti; devletimizin en üst kademesinden ‘‘Bayrak inmez, ezan susmaz’’ sloganıyla ‘‘milli para’’ ve ‘‘porsiyonları küçültün, klima-kombi derecelerini kısın’’ gibi çağrıları yapıldı. Bu arada kamuda ise ‘‘itibardan tasarruf’’a yanaşılmadığı gibi lüks ve şatafat eğilimi katlandı.
Bunları görünce, otoritenin çağrıları samimi bulmadım. Oluşturulmak istenen davranışsal akımdan epistemolojik bir kopuşla heteredoks bir tavır alıp klasik ve neoklasik öğretide kaldım. Dişimden tırnağımdan artırdığım 1800 liraya 100 dolar aldım.
Geçen gün telefon faturalarının ödeme günü geldi; iki fatura 178 lira. Otomatik ödenen hesaba baktım, 70 lira kalmış. 10 dolar sattım, 185 lira hesaba aktarıldı.
Alım satım vergileri çıktıktan sonra 10 dolarda 5 lira kazancım olduğunu sanıyordum. Markete gidince öyle olmadığını anladım. Peynir ve süt aldım. Baktım, 70’e aldığım peynir 83 lira olmuş.
Yani benim 10 dolar ancak kendini korur gibi olmuş.
Şimdilik bu olayın ‘‘nöro ekonomik’’ açıdan çözümlemesini yapmakla meşgulüm.