"Özellikle sırf daha iyi arabaya binmek, daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli heveslerle başka ülkelerin başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyoruz. Bugün böyle bir hevesle yola çıkanların yarın merhamet ve şefkat ihtiyacı duyduklarında sığınacakları bir aile, bir sosyal bünye bir devlet mekanizması bulamayınca yaşayacakları pişmanlığı tahmin edebiliyoruz.’’
Bu sözleri AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hastane açılışında sarf etti. Daha önce yurt dışına giden doktorlar için yüksek perdeden ‘‘Giderlerse gitsinler’’ demişti. Şimdi de yurt dışına gidenleri ‘‘süfli hevesler’’ peşinde koşanlar olarak niteledi.
Çocuğu başka ülkeye yerleşmeyi seçmiş bir baba olarak, bu lakırtıya (boş laf) karşı birkaç kelam etme ihtiyacı duydum...
Süfli sözcüğü, Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’te şöyle açıklanıyor:
1- Aşağı, aşağılık, bayağı, adi. 2- Kılıksız, pis kılıklı, hırpani.’’
‘‘Sufli’’nin karşıtı ‘‘ulvi’’dir, o da şöyle açıklanmış:
1- Yüce. 2- Eşsiz, benzersiz özellikler taşıyan. 3- Gökle ilgili olan, semavi.
Süflilik ve ulvilik, Türkçe Sözlük’teki daralmış ve değişmiş anlamının dışında İslam felsefesinde geniş yer alan iki kavramdır. Kâinatın ve insanın yapısını anlatmakta kullanılır.
Bu felsefi yaklaşıma göre ulvilik ve süflilik ‘‘her şeyi sürekli kılmak için ve her şeyi yok etmek için programlanmış varlıklar’’ olarak ayrılır. Su ile ateş, akıl ile nefis, sükûnet ile öfke gibi. Su, akıl, sükûnet ulvidir; ateş nefis, öfke süfli. Bunlar birlikte vardır; alemler ve insan bunların bütünüdür. ‘‘Bunlar birbirini yok edicidir, ancak varlıkları da birbirlerinin varlıklarına bağlanmıştır.’’
Eleştiriye dönersek…
"Sırf daha iyi arabaya binmek, daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli hevesler…’’
Çocuğum ve yurt dışına gitmiş olan tanıdığım arkadaşlarını, bu cümle ile yan yana getirdim. Olmadı, oturmadı, yakışmadı; çok aykırı kaldı.
Çocuğum dahil, tanıdıklarımın hemen hepsi isterlerse, kamu parasıyla değil, ailelerinin veya kendi kazançları ile belli kalitenin üstünde arabalara binebilir, yeni telefonlar alabilir, istedikleri konsere (sadece ülke içindeki değil) konsere gidebilir, istediklerinde yurt dışına çıkabilirdi.
Hemen hepsi, her toplumda hayatlarını sürdürebilecek donanıma-eğitime sahip. Pek çoğu da yurt dışında kazandığından daha fazlasını burada kazanabilecek durumda.
Peki niye ‘‘başka toplumların kapısına’’ gittiler?
Öncelikle şu ‘‘kapı’’ lafını geçelim. Onlar için önce insan, insanlık, insanca koşullarda çalışıp üretmek ve hakkını alıp insanca yaşamak var; kapı, kapıya bağlanmak ya da kapılanmak, kapışmak, kapmak gibi bir anlayışları yok.
Kapı ve kapılanma anlayışları olmadığı için, bir yerlere kapılanıp bir şeyler kapma yarışını süfli bulmuş olabilirler.
Muktedir çakallarının ‘‘benim kim olduğumu biliyor musun’’, ‘‘sen kimsin’’ diye höykürmesini içlerine sindirememiş veya bu höykürmelere maruz kalmaktan çekinmiş; hiçbir mesleki donanımı, yeteneği olmayan tufeylilerin hem sırtlarından geçinip hem de kendilerini itip kakmalarından usanmış olabilirler.
Ebeveyn veya parti nüfuzuyla yatak odalarını banka kasasına çeviren, lüks araçlarda pudra şekeri çeken yaşıtları midelerini bulandırmış olabilir.
Ülkedeki hukuk işleyişine, hukuk tanımazlığın vardığı boyuta bakıp kendilerini can ve mal güvenliği içinde hissetmemiş olabilirler…
‘‘Acıyarak bakma’’ya gelince…
Onların başkasına değil, ülkelerine içleri acıyarak baktıklarına ve ‘‘Memleketim, memleketim’’ diyerek gözlerinin buğulandığına eminim…
Sebep çok, onlarca sıralanabilir. Bu sebeplerin yanında kimlerin gerçekten süfli olduğuna dair pek çok örnek eklenebilir.
Şeyhülislâm Yahya Efendi ile şair Nef'î’nin atışmasıyla konuyu bağlayalım. Yahya Efendi, Nef'î’yi hedef alarak şu dörtlüğü yazar:
‘‘Şimdi hayli sühan-verûn içre,
Nef’î mânendi var mı bir şair?..
Sözleri Seba-i Muallâka’dır,
İmrülkays kendidir kâfir!”
(Şimdi birçok güzel söz söyleyen arasında
Nef’î'ye denk olan bir şair var mıdır?
Sözleri Kâbe’nin duvarlarına asılan şiirler gibi güzeldir
Ama kendisi İmrülkays'tır kâfir!)
Nef'î de buna şöyle karşılık verir:
‘‘Bize kâfir demiş Müftî Efendi,
Tutayım ben ana diyem Müselmân,
Vardıkda yarın Rûz-i Cezâ’ya,
İkimiz de çıkarız anda yalan!”
(Şeyhülislam bana kâfir demiş,
Ben de tutup ona Müslüman diyeyim
Yarın kıyamet gününde
İkimiz de yalancı çıkarız.)