Ben yine yazımımı “dil” zaviyesinden sürdürmek niyetindeyim. Alıntıladığım fotoğrafa adamakıllı baktığımda çok önemli bir şey daha gözüküyor. Aynı tür mikroplar dilin üzerinde birbirine sımsıkı tutunmuşlar, ayrı tür mikroplarla ise birbirinin içine girmeden, belirledikleri sınırları katiyen aşmadan, hem, kavga dövüş yapmadan geçinip gidiyorlar. Vay anasını! Günün birinde aklıselimi ve aklıderini, içgüdüleriyle yaşadığını iddia ettiğimiz küçücük mikropların anıştıracağını hiç düşünmemiştim doğrusu.

*

Uzgörü ne arasın benim gibi bilim nosyonu taşımayan bir ademide. Gerçekten çok anlamlı değil mi şu görüntü? Farklı mikrop türleri, kendilerine yaşam alanı olarak seçtiği dil zemininde birbirlerini itip kakmadan, saldırmadan, birbirini buyruğu altına almaya çalışmadan yaşayıp gidiyorlar pekâla. Demek bir düzen, bir anlaşma var aralarında! Hem ki zerre değiller, katre olamazlar, toz sayılmazlar şu koskoca dünyada…

*

Muğlak değil mutlaktır, yeryüzüne musallat olmuş en büyük ve en zalim mikrop insandır! Kendi türüyle birarada yaşayamadığı gibi, hiç bir canlıya hayat hakkı tanımamak için aklının ulaştığı her kötülüğü çekinmeden kullanabilir-kullanmıştır-çünkü!

*

Sizlerde iyi bakın şu fotoğrafa benim gibi. Florasan problar sayesinde dilin üstünde izleyebildiğimiz mikroorganizmalar aralarında hiç çatışmıyorlar değil mi? Hatta komşuları olan diğer mikroplarla savaşmıyor, yaşam alanlarına düstursuz dalıp sınır aşımı yapmıyorlar! Doğanın akışkan ritmine uyup, onun eşsiz aklıyla yaşıyorlar. Bence son derece müsavi, tabiatın bütünlüğü içinde son derece rasyonel bir tavır.

*

Beşerin umumi zehri, ah o kıvrak ve kemiksiz et. İnsansoyunun birbirini ve giderek dünyayı yok etmek için silah gibi kullandığı o kemiksiz, kemiyetsiz melanet. Dil! İnsanın cinnetini çoğaltıp hayata saçan yerdir dil! Mikropların uyum ve paylaşım yurduna çevirdiği dil ile, İnsan hırsını azmağı haline gelmiş dil aynı mıdır? Bakın bakalım mikroorganizmaların yurdu olan uzantı ile, şair kısmının “manevi vatanımız(!)” diye tanımladığı “dil” aynı mıdır? Haksız demem şairlere. Diyemem. Onları haksız çıkaran bizim izansızlığımızdır!

*

Herhalde elli bin yıl oluyor insan beyni uyanalı. Uyanınca uygarlıklar kuruyor. Kurunca, kendini evrenin sahibi, kendini cümle mahlukatın efendisi sanıyor! Bilmez olur mu, kaç kere oldu da, kaç kere öldü şu dünya. Kaç telef, kaç felâket, kaç kırım, kaç yıkım gördü hey! Tonlarca ağırlıkta canavarlar, katrilyonlarca irili ufaklı canlının yaşam mücadelesini gördü geçirdi soluk soluğa. İyi ki dibi delik şu dünyanın. Yoksa ala dönerdi mavi deniz, yeşil orman, mor kayalar! Kan’a keserdi yer ile göğ arası, göğerirdi koca dağlar ovalar…

*

Mikroplardan dinazorlara kadar çok geniş yelpazede varolan yaşam formları kendi yasaları içinde yaşam zincirini oluşturmuştu. İşte bizim rıza dediğimiz şey tamamıyla buydu. Yalnızca insan, bir tek insan ve sadece insandan olma insan buna rıza göstermedi. Halbuki sufi denir gülender ölümlüler, mahzun gönüllerinden olma ne ölümsüz sözler etti mesel genişliğince, bir bilseniz.

*

Böyle böyle insan denen denen mikrop gelip besin zincirinin ta en tepesine oturdu. Oturunca oralar, buralar, denizler, ormanlar, karalar…ne varsa benim, oraların da oraları her ne kadarsa sahibiyim…çünkü gördüğünüz her şey benim variyetim ve benim eserim dedi!

*

Aptalca, Faydasız, primatif bir efelenme..!

Ben..! Ey ahmak kişiceğizim, madem ki öldürmeye meylettin, söyle bakalım önce neden öldürmedin ben’liğini sen!

*

Ölümcül bir meydan okumaya girişti. Girişince pek çok türü yok etti uğursuz azmiyle insan. Ama yakın zamanda gördü ki bir avuç mikrop bütün haneleri evlerine hapsetti. Yakınlarını perişan, sevdiklerini toprak etti. Yeryüzünü yasa boğdu. Cihanı kürre-i esire çeviren ve milyonlarca insanın canını alan covid-19 mikrobu toplam on gıram kadar bir şeymiş meğer! Her şeyi kendi dümenimize uydurduk. Yok aslında olmadı. Olamadı! Öyle kolay mı uydurmak? İstedik ama doğanın cevabı insansoyu adına çok çetin ve ağır oldu. Canımız milyon kere yanarak ödedik yaptıklarımızın kefaretini, canımızdan can vererek!

*

Vah insanoğlu. Vah başkalarının yangısını ve isyanını duymayan, vah nisyan ile malûl insanoğlu. Dilinin üzerinde yaşayan mikroplara bakınca bile anlıyorum ki, sen olmasan şu dünya kimbilir ne kadar mutlu, kimbilir ne kadar huzurlu bir yer olurdu.

 *

Ama sen varsın!

Sen varken cihan endişe, depresyon, şaşkınlık, çaresizlik, kızgınlık, öfke, fiyasko, yıkım, garabet, felâket, tükenmişlik, umutsuzluk içinde.

İyi insanlar da yok mu sanki. Var ama yok sayılırlar; ekseriyetin içinde hükmi değiller çünkü. Onlar zerre içinde zerre, onlar azını çok eylemeye ömrünü hasredenler. Kulak verip dinleyin onları:

Kainatta bir zerreyim

Ben kendimi bilmez miyim

Zerre içinde zerreyim

Ben kendimi bilmez miyim

*

Şimdi biz bu çağı en geliştiğimiz zamanlar olarak mı anacağız dersiniz? Yoksa en mahçup, en mağlup, en makus dönemler olarak mı lanetyeceğiz, söyleyecek olan var mı? Haza yapayalnız, sevgisiz, çaresiz, kimliksiz yıllara ne ad vereceğiz biz?

*

Basit canlılar sınıfına koyduğumuz mikroorganizmalar bile kendi türüne saldırmazken, atom bombasınının yapım emrini veren insanoğlunun zehir zemberek dili değil miydi? Dil vardır kese savaşı, dil vardır kestire başı! Her şey bütün yalınlığıyla ortada gayrı. Baştan başa ayan. Alemde kötülüğü örgütlü hale getiren ademilerden başkası değildir! Duyduk duymadık demeyin, dünyanın başına musallat olmuş en tehlikeli mikrop insandır! Çünkü öfke aklın, kibir kalbin dölüdür. Çünkü “hırs” vicdansızın, namussuzun, hayının işidir…